10 Ağustos 2013 Cumartesi

Türk Yobazlık Anatomisi




  Öncelikle "yobaz" denilince Türk halkının kafasında yer etmiş, uzun sakallı, cübbeli ve sarıklı, yaşlı ve kıllı bir adam imajı var. Önce ondan bir kurtulalım. O kafadaki elemanların bir kesimi yobaz tabii, ama benim anlatmak istediğim bu tarz birşey değil.


Çünkü bahsetmek istediğim tarzda ki insanlar, toplumun her tabakasında ortaya çıkabilmekte. Almış oldukları eğitim seviyesi, toplum düzeyi, çevresel faktörler çok da önemli değil.

Bu cenah ki ; elde tespih, sakal cübbe, yüzünüze her an "haaarrrrkk ttüühh!" diye tükürme ihtimali olan dedelerden, biz dededen chp liyizci teyzelere, ramazanda sigara içti diye adam bıçaklayan ülkücülerden,  şemame şemame liliili kafasındaki kürtçülere, tesettürlü öğrencileri derse alınca ülke rejiminin şeriata dönüşeceğini zanneden "baban kim bilmezdin şerefsiz!" ci profesörden, erdoğanın götünün kılıyım kafasındaki bireylere kadar büyük bir kesimi kapsıyor.

Yobazlık gerçekten de anlam veremediğim bir olay. Bir izahı yok. Açıklaması yok. Neden ve nasıl oluşur  hiçbir bilgi yok.

Tek bilinen kişinin belli bir görüşü, yılmak bilmeyen bir makine gibi ardı ardına savunması ve dile getirmesidir.
Yani bu kişinin görüşünü önüne ne kadar kanıt, belge, döküman yığarsanız yığın asla ve asla değiştiremiyorsunuz.  Bir kilit gibi. Açılması imkansız olan.

 İmkansız kelimesini kullanmayı gerçekten de sevmiyorum. Bana göre imkansız diye birşey yoktu. Ta ki yobazlık üzerine düşüncelere dalana kadar.

   Bundan bi süre önce bu kişilerin çevresel ve toplumsal etkenlerden ötürü yanlış eğitildiğini ve gerekli çaba sunulursa eğer düzelebileceğini savunurdum. Fakat gerçekten de bu "yobazlık" mevzusunda doğa üstü birşey var. Bir kere insan doğasına aykırı. İkincisi evren yasalarına aykırı. Bulup bulabileceğiniz bütün kanunlara aykırı bir durum.

 Yani bakın ortada bir insan var. İki iki daha beştir diyor. Anlatıyorsun. Mantığını izah ediyorsun, anlamıyor. Sonra önüne iki tane elma koyuyorsun. "Say" diyorsun , "iki" diye cevap veriyor. Sonra iki elma daha koyuyorsun. "Say" diyorsun, "dört" diyor. "Demek ki iki iki daha dört edermiş değil mi?" diyorsun. Aldığınız cevap "Hayır beş eder" oluyor.

 Ben işin içinden çıkamadım abi. Evren yasaları, kuantum fiziği üzerine kafa yorduğum, kendimce teoriler geliştirdiğim oldu.  Yaratılış, tanrı, din gibi metafiziksel olguları ölçüp biçtiğim oldu.  Fakat bu yobazlık mevzusuna gerçekten de akıl sır erdiremiyorum. Kafam basmıyor.

 Hayır bunun çevreyle ilgisi yok. Eğitimle de ilgisi yok. Zekayla hiç ilgisi yok. Bu insan üzerinde ki bir çeşit "bug" gibi. Tedavisi mümkün olmayan, doğa üstü bir barikat. Bir lanet.


Kur'an da kalp mühürlenmesi diye bir mevzu var. Bilen bilir. Allah gaflete düşmüş bazı kullarının kalplerini mühürlediğini ve onların artık gözlerinin görmediğini, kulaklarının duymadığını açıkça belirtmiştir.

 Gerçekten de böyle olmuyor mu? Gözünün önüne kanıtları seriyorsun adam görmüyor! Gerçekleri anlatıyorsun duymuyor!

Özetle kur'an yobazlığı şu şekilde tanımlıyor.


1- Gerçekleri ne görerek ne de duyarak ne de hissederek kavrayamama..

Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır. Bakara-7

2- Apaçık delilleri kabul etmeme.

İşte memleketler! Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına inanacak değillerdi. Allah kafirlerin kalplerini işte böylemühürler. araf 101


3- Bilgisiz, Gafil  ve Cahil Olmak.

Allah, bilmeyenlerin kalplerini işte böyle mühürler. Rum-59.

İşte onlar, Allah'ın; kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. İşte onlar gafillerin ta kendileridir. Nahl 108


4-  Elde delil olmadan birşeyi savunmak + kibirli ve zorba olmak.


Onlar kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında tartışan kimselerdir. Bu ise Allah katında ve iman edenler katında büyük öfke ve gazap gerektiren bir iştir. Allah, her kibirli zorbanın kalbini işte böylemühürler. Mümin 35

5- Son olarak bu sendromu Allah'tan başka kimsenin çözmeyeceği durumu.

De ki: "Ne dersiniz, eğer Allah sizin kulağınızı ve gözlerinizi alır, kalplerinizi de mühürlerse, Allah'tan başka onu size (geri) getirecek ilah kimmiş?" Bak, biz âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz, sonra onlar nasıl yüz çeviriyorlar? Enam-46




Hiç yobaz olmadım. Gerçekten. Kendimi bildim bileli kafamın bir kısmında sorgulamaya yer vardı. En azından birkaç yıl yobaz olsaydım söz konusu durumu kendi üzerimde analiz edebilir ve bir çözüme ulaşabilirdim belki. Hoş, eğer yobaz olsaydım o durumdan kurtulabilir miydim? burası da ayrı bir düşündürücü. Özetle benim yobazlık hakkında tek tatmin edici bilgiye ulaştığım yer kur'an ı kerim oldu. Yani bütün bunlar Allah'ın "bundan bi cacık olmaz dediği" kullarına verdiği bir lanet.

İnsanoğluna yaratıcı tarafından bahşedilmiş olan, onu bütün canlılardan üstün kılan yetiyi;  "irade ve akıl"ı uzun bir süre kullanmayan kişilerden, bu lütufu tekrar geri almak. Mantıklı aslında, kullanmıyorsan ziyan etme kardeşim....


 Belki ilerleyen zamanlarda bilim bunun bir çaresini bulabilir. Fakat en az önümüzdeki bin yıl için bu durum imkansız gibi gözüküyor. Zira insanoğlu yobazlığın sebebini , en azından mental bir hastalık olup olmadığını bile bulabilmiş değildir. Tek bildiğimiz cehaletin yobazlığın katalizörü olduğu gerçeğidir.


 Elbette binbir çeşit yobazlık olmasına karşın ben, ülkemizdeki yobazları dini ve siyasal bazda inceleyeceğim. Çünkü yobazlık toplumsal bir sorundur. Din ve siyaset ise, toplumu oluşturan en önemli faktörlerdendir. Ayrıca bireyin yobazlığının fışkırdığı en belirgin anlar, o kişiyle din ve siyaset konuştuğunuz anlardır.


Görüldüğü üzere kişinin yobazlığının ortaya çıkış sebebi, o kişiyle din mi yoksa siyaset mi üzerine konuşmaya başladığınıza göre değişmektedir.




1- Gözlemlerime göre, "siyasi yobazlar" diye ayırdığımız grup ile çok rahat bir biçimde din üzerine konuşabilirsiniz. Fakat dini yobazlar aynı yobazlığı siyaset konuşurken de göstermekten çekinmezler. Çünkü onlar için, siyaset dinin bir parçasıdır...

2-  Her iki yobaz türünün de belli bir inanışı, ideolojiyi, siyasi figürü veya dini inanışın tamamiyle tüm kusurlardan arınmış olabileceğine kesin gözle bakmakla birlikte sorgulanamaz olacağına inanmalarıdır. İslam sorgulanamaz, Recep Tayyip ERDOĞAN sorgulanamaz, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK sorgulanamaz, komünizm sorgulanamaz vs.

3- İki yobaz çeşidi de bir konu üzerinde ondan üstün bilgi dağarcığına sahip olduğunuzu anladığı anda sizi önce kendi seviyesine çeker, sonra da sizi o seviyede yok eder.

4- Beslendikleri kaynaklar aynı olduğundan agümanları da aynıdır.

5- Yobazlar bir kişiyle tartışmaya oturduklarında beklentileri: sahip oldukları bilgilerin tazelenmesi ya da geliştirilmesi değil, kendi bildiklerinin tasdik edip onaylanmasıdır. Eğer onların fikirleri üzerine ekleme yapmaya ya da fikirlerini değiştirmeye kalkışırsanız, amansız bir saldırıya geçecektir. Eğer bu saldırılara çetin bir biçimde karşı koyabilirseniz - ki bu çok zor birşeydir- savunmaya geçip tartışmayı derhal sonlandıracaktır.

6- Yobazlar için herhangi bir karşıt görüş, doğru olan herşeyden arınmıştır.

7- Unutmayın ki bir yobaz; kendisine karşıt görüşe sahip biri ile ancak ve ancak tek bir amaç uğruna tartışmaya devam eder. Onu da kendisi gibi düşündürebilmek .

8- Konuşmalarda sizi dinliyormuş gibi yapar, oysa ki sadece kendi konuşma sırasının gelmesini bekliyordur...

9- Bir yobazla iki, üç, beş ve on yıl sonra dahi konuşsanız hala aynı şeyleri savunduğunu görürsünüz. Bunun sebebi kendi düşüncelerinden farklı olan herşeyi redettiklerinden ötürü, bilgi dağarcığının beslenememesinden kaynaklanır.

10- Yobazlara göre tartışmak bir savaştır. Kazanılır ya da kaybedilir.

11-  Her yobaz cahildir, ama her cahil yobaz değildir. Bu ayrım iyi yapılmalı.

12- Son olarak bir yobazla tartıştığınızda, elinizde ne kadar kanıt, belge döküman olursa olsun, haksız taraf siz olursunuz.


Evet bir yobazın semptomları hemen hemen bunlar. Tartışmakta olduğunuz birinde bu tarz semptomların var olduğunu birşekilde hissederseniz, dehal mekanı terketmeniz sizleri dinsiz, putperest, moskovcu, faşist ve vatan haini olarak itham edilmekten kurtaracaktır. Böyle kişilerle irtibatınızı kesin. Aradan beş on yıl dahi geçse o kişilerin düzelmiş olma ihtimali olmadığını bilin.

 Bütün bunlar sizleri , fikirlerinize her karşı olan kişinin yobaz olduğu düşüncesine itmesin. Ülkecek böyle bir hataya düşüyoruz. Hayır!

Bir kişi fikirlerinize karşı olabilir.

Farklı bir görüşü savunuyor olabilir.

Onunla  doğru yoldan nasıl iletişim kuracağınızı bilmiyor olabilirsiniz.

Bu kişi cahil kalmış da olabilir. Fakat bütün bunlar o kişinin yobaz olduğu anlamına gelmez.

Yobazlık bambaşka bir durumdur.

Yobazlığı tanımlamak gerçekten çok zor. Fakat şöyle örneklendirebilirim.Hani bir cd yazarsın, içine müzik falan atarsın. Cd yi cd-rom dan çıkardığın anda artık içine ne birşey yazabilirsin ne de ordan birşey silebilirsin. İşte yobazlık da böyle birşeydir. Değişime kapalı. Oturmuş ve dogmatik.


 Şimdi değişmeyen tek şey değişimdir diye bir söz var. Hele ki söz konusu fikir ve düşünce yapısı olunca burda değişimi inkar edecek değilim. Bir gün  her zaman önünden geçtiğim bir deniz manzarasıyla bile, bütün yaşam felsefem değişebiliyorsa, fikirlerin değişimini nasıl inkar edebilirim?



İşte yobazlara göre fikir değiştirmek, döneklik ve kaypaklıktır. Bu sebepten ötürü yobazların fikirleri değişmez!


Gelelim yobaz ağacını biraz daha dallandırıp budaklandırmaya. Bu yazıda gerçekten yobazlığın derinlerine ineceğiz. Evet efendim siyasi yobazlar da kendi aralarında dallara budaklara ayrılır. Kaba taslak Türkiye de iki çeşit siyasi yobaz çeşiti vardır. Bunlar..



   Görüldüğü gibi Siyasi yobazlar, kemalist yobazlar ve aşırı dinciler olmak üzere ikiye ayrılır. Aslında tabi  bunun ülkücülüğü, kürtçülüğü, türkçülüğü ve komünistliği vs. de yobazlaştıran kesim var yok değil. Lakin ülkede en çok sivrilen ve sesi çıkan yobaz çeşitleri naha bu üstteki iki yobaz çeşitidir. Bunlar her ne kadar birbirine düşman gibi görünseler de birbirlerinden hiçbir farkı yoktur.

Kemalist ve Dinci Yobazların Ortak Özellikleri:

1- İki grubun da kendine has putları olması
2- Ölülerden medet umma.
3- Kendi düşüncesini zorla dayatma.





 KEMALİST YOBAZLIK





 Şimdi Kemalist diyince akla, Mustafa Kemal Atatürk'ün ideolojilerini savunan kişiler gelmesin. Atatürk gerçekten de deha bir adamdır ve bu ülkeye sayısız hizmet etmiş yüce bir kahramandır. Ve böyle bir liderin bizere miras bıraktığı ideolojileri savunmak gayettabii hoş görülebilecek bir davranıştır.



KEMALİST YOBAZLARDAKİ  YAYAYEKOKOCAMBO KIRILMA NOKTASI


 En başından beri bahsettiğim gibi, burda hedef aldığım kişiler yobaz olan Atatürk'çülerden başka birşey değildir. Aydın Atatürk'çüler üzerlerine alınmasınlar lütfen. Ben sizleri biliyorum olum, söyleceklerime siz de hak veriyorsunuz zaten..

 Bu kişilerin Mustafa Kemal ATATÜRK'ün ideolojilerine ters düşmelerini bir kenara, yapmış oldukları çağdışı hareket ve söylemler, ülkede Atatürk'ü kötü bir birey gibi göstermekte hatta ve hatta onun ideolojilerine ters düşmektedirler.

 En basitinden Laiklik mevzusu!








Bak laiklik diyince bile bi gerildin, şöyle bi ciddileştin anlamsızca. Gereksiz bir antipati var içinde.
 "Kim bilir neler zırvalayacak yine" dedin içinden.
  Bu kelime niçin bu kadar "sivri" ve "tehlikeli" oldu abi?
Niçin laiklik diyince herkes bir diken üstünde oluyor? Neyse biz buna laiklik demeyelim.
 Biz buna yayayekokocambo ilkesi diyelim . Böylesi daha sempatik.


Nedir yayayekokocambo ilkesi?


Yayayekokocambo ilkesi bize derki din devlete, devlet de dine karışmayacak aga. Nokta. Bitti. Bu kadar.


Yani burda yayayekokocambo ilkesine göre, İslam da içki yasak olduğu için, devlete içkiyi yasaklatamazsınız.

Çünkü din devlete karışamaz.


Aynı şekilde yine yayayekokocambo ilkesine göre, tesettürlü hanımlarımız da pekala üniversiteye girebilir.

Çünkü devlet de dine karışamaz...

Temiz. Ne ben onun içmesine karışırım ne de o benim tesettürüme karışır. Mis gibi yasa işte olum.


En basitinden yayayekokocambo herkesin tuttuğu kendine hafız diyor. Burda samimi dindar olan vatandaşlarımızın da aslında yayayekokocambo ilkesinin tesettürle üniversiteye ve kamu kuruluşlarına girilmesini desteklediğini ve bu konuda onları özgür kıldığını bilmesi gerekiyor.

Yani şunu diyeceksin muhafazakar arkadaşım, ben tesettürümle istediğim yere girerim, bu ülkede Mustafa Kemal'in getirmiş olduğu kılık kıyafet özgürlüğü var. Ayrıca yayayekokocambo ilkesine göre de devlet dine karışamaz.

Fakat karşındaki kemalist yobazıysa dediğim gibi yapacak birşey yok arkadaşım. Senin için en iyi durum "he gardeş he" diyip  yoluna devam etmendir. Çünkü o bir yobaz. Değişmez.

 İşte bu sözde kemalist yobazlar yüzünden  Atatürk öyle bir hale geldi ki. Artık samimi dindarların Atatürk hakkında ki görüşleri de kötü yönde değişmeye başladı. Çünkü bunlara yapılan her zulm, her faşistlik Atatürk'ün ismi anılarak yapıldı.

İşte kendine soruyorsun ya, Atatürk gibi bir lider nasıl sevilmez diye? İşte bu sebepten ötürü. Sen bi insana;

 başını aç çünkü Atatürk! ,

 şunu yapma Çünkü Atatürk!,

bunu yap Çünkü Atatürk! dersen. E bu insan tabi nefret eder lan Atatürk'den. Bundan doğal birşey mi var?

Kemalist yobaz
 Model No: 333 BBNKM-BLMZDN


İşte bu tarz yobaz çeşitleri yüzünden hem Atatürk'ün hem de bizlere miras bıraktığı devrimlerin adı lekeleniyor. Sonra da %50 şöyle %50 böyle diye çığırtkanlık yapmayın. Herkesin kendince bir sebebi var. AKP ve politikalarına en sert tavırla muhalif olan bana, şu söylettiklerine de bir bakın.
Yobazın her türlüsü başa bela valla!


            KEMALİST YOBAZLARDAKİ  BABAN KİM BİLMEZDİN ŞEREFSİZ!!!111
                                                            KIRILMA NOKTASI




 Tarihte hiç kimse yoktur ki hata yapmış olmasın. Bu sebepten hiçkimse eleştirilemez değildir. İnsanoğlu hata yapan bir varlıktır ve en büyük dehaların bile hata yaptığı yadsınamaz bir gerçektir. Bu sebeplerden ötürü bir bireyin, her hangi başka bir bireyi mantıksal yollarla eleştirme hakkı vardır.

 Bu sebeplerden ötürü her ne olursa olsun, bir bireyi eleştirilemez kılmak, o kişinin kusursuz ve mükemmel olduğunu iddia etmek, ahmaklıktan başka birşey değildir.

 Bugün biz biliyoruz ki peygamberler bile hatalar yapmıştır.

Hz. Adem Allah'ın uyarısına rağmen, cennetteki elmayı yemedi mi?

Hz. Musa istemeden de olsa cinayet işlemedi mi?

İnsanız olum biz. Makina değiliz. Elbette hatalarımız olacak. Ve bu hatalardan ders almak yerine üstünü kapatmak, hiç şüphesiz tarihe ve gelecek nesillere ihanetten başka birşey değildir.

 İşte bu sebeplerden ötürü hiç kimse eleştirilemez değildir. Çünkü mükemmellik sadece ve sadece Tanrıya mahsustur. İnsanoğlu yaratılış itibariyle hata yapmaya meyillidir ve hata yapar.
 Buna Gazi Mustafa Kemal'de dahildir.
 Hz. Muhammed'de.

Objektif olalım. Eğer bu kişiler; savunucularının iddia ettiği gibi mükemmelse, mantıklı bir analiz sonrasında mükemmellikleri zaten ortaya çıkacaktır. Mükemmel değillerse de mükemmel değildirler bu kadar basit.

Ben bu yüzden bir kişinin ne Hz. Muhammed'i,  ne de Mustafa Kemal ATATÜRK'ü eleştirmesine asla engel olmam. Çünkü bilirim ki onlar; başarıları hatalarından çok çok fazla olan, mükemmelliyete çok çok yaklaşmış insanlardır. O yüzden içim de rahattır. Onlar eleştirir, ben bilgim yettiğince yanlışlarını düzeltirim.


Gelgelelim kemalist yobazlara. Kemalist yobazların içine düştüğü hata, bütün yobazlarda olduğu gibi belli bir kişiyi yada inanışı kusursuz, doğruluğu tartışılamaz ve evrensel doğru kabul etmeleridir.

 Bu kişi Atatürk'tür.

Kemalist yobazlara göre;

1- Atatürk eleştirilemez.

2- Atatürk'ü eleştiren herkes vatan hainidir.


bunun dışında bir diğer semptomlarsa

1- Atatürk'ün ilke ve inkılaplarını götünden anlamak.

2- Yanlış anlaşılan bu düşünceleri ; sanki bütün bunlar Atatürk'ün düşünceleriymiş gibi diğer insanlara dikte etmek.

3- Bu dikteleri red eden bireyleri gericilik ve çağdışıcılıkla suçlamak.

4- Osmanlı'yı yerin dibine sokmak.

5- 2200 yıllık Türk tarihinin 1923'den itibaren başladığını sanmak. Geçmişi ve tarihimizi reddetmek.


 Burda birazcık da bizim muhafazakar kesimin kullandığı bir tabir var. Hoş bir tabir değil ama doğru.
Atatürk'ü ilahlaştırmak, Atatürk'ü putlaştırmak, Ataputçuluk.  Ya bakın ben her türlü yobazlığa karşıyım kardeşim. Kafasından sorgulama devresini söküp atan adam neye inanırsa inansın maldır sığırdır benim gözümde. Nokta.

  Elbette bütün bunlarda Mustafa Kemal'in bir suçu yoktur. Mustafa Kemal'ki "bir gün söylediklerim bilimle çelişirse, siz bilimi seçin" diyebilecek kadar alçak gönüllü ve kendisinin de her daim sorgulanmasını isteyen bir adamdır.


Benim burda insanlara tavsiye etmek istediğim birşey var.

Ben eğer İslam'ı hacı hocalardan, cüppelilerden, fethullahlardan öğrenseydim %100 ateist olurdum.

Ve ben eğer, Atatürk'ü Kemalistlerden öğrenseydim, %100 Atatürk düşmanı olurdum.

İslamı Kur'an dan.

Atatürk'ü Nutuk'dan öğrenin.


                                                             DİN TABANLI YOBAZLIK



İşte IQ seviyeleri toplamı, Sabri'nin attığı gol sayısından daha az olan dört sevgili bağyan.




   Gelelim sizlere.

 Yine sözlerimin sadece yobaz müslümanları içerdiğini, aydın ve samimi müslümanları hedefin dışında tuttuğumu belirterek lafa gireyim.


 Şimdi, yazının başında belirtmiş olduğum gibi siyasi yobazlarla en azından siyaset dışında sağlıklı bir muhabbet çevirmek mümkündür. Lakin gelgelelim ki dini yobazlar hayatlarının her alanına dini kattıklarından ötürü hemen hemen hiçbir konuda muhabbet edilemez insanlardır.

 Bu insanların okudukları kitapların hemen hemen hepsi dini kitaplardır. Risaleler,İlmihaller,hadis kitapçıkları...
Gelgelelim bir tek kuran'ı okumazlar.
Bunun yerine kuranın arapça telafuzunu dile getirip sevap kazandıklarına inanırlar.

 Namaz kılmak: 100 sevap puanı,

kur'an ın arapça telafuzunu tekrar etmek: 200 sevap puanı.

 Hacca gidersen:  Achievement Unlocked: Holly Kaba!


 Dini yobazların İslam anlayışı budur. Yapmak zorunda olduğunuz bir dizi görevlerden ibaret bir al gülüm ver gülüm inanışı. Ver namazı al cenneti, tut orucu kap huriyi.

 Onlara göre İslam; sadece namaz ve oruçtan ibaret olmayan bir din, aslında bir yaşam biçimi olan, bazen bir komşuya içten bir gülümsemeyle selam vermek, susamış bir köpeğin önüne bir kap su koymak, yolda giderken bir taşı kenara itmek, fidan dikmek falan değildir.

Namaz kılıp oruç mu tutuyorsun? Müslümansın.

İçki mi içtin. Kafirsin.


Ne diyeyim birader. Ateistlerin müslümanlardan daha çok kur'an okuduğu bir ülke burası. Kim ne derse desin? Bu ülkenin müslüman tayfası koyu cahildir.

O sebepten ötürü bu tayfaya aman diyim! Yakınından bile geçmeyin. Neyse gelelim bunların semptomlarına.




1- Herhangi bir hacı, hoca, şeyhe biat etmek.

2- Allah katından gelen kur'an'ı yorumlayan hadisleri yorumlayan said nursi risalelerini yorumlayan fethullah gülen kitaplarını okuyup yorumlamak.

3- Bütün solcuların dinsiz olduğuna kendini inandırmak.

4- Bütün sağcıların müslüman olduğuna kendini inandırmak.

5- İçki içmenin, hırsızlıktan,cinayetten, öss sorularını çalmaktan daha büyük bir günah olduğunu zannetmek

6- Münazaranın tam ortasında "Allah'a inanıyor musun?" tarzı kel alaka bir soru sormak.

7- Bir politikacı müslüman olduğunu haykırıyorsa, bütün hatalarını göz ardı etmek.

8- Bir politikacı camide namaz kılarken poz vermiyorsa, en ufak hatasıyla birlikte yerin dibine sokmak.

9- Osmanlı'yı Atatürk'ün yıktığını zannetmek.

10-Suriye, Filistin ve Çanakkalede İngilizlerle savaşan Atatürk'ün İngiliz olduğunu iddia etmek.
(Gerekçe: Ya istiklal ya ölüm diyen bir adamın Sina-Filistin cephesinde bilerek İngilizlere teslim olduğu inancı)

11- Yunanlıları denize döken Atatürk'ün Yunanlı olduğunu iddia etmek.
( Gerekçe: Sarışın mavi gözlü Türk'mü olur.)

12- Mason localarını kapatan Atatürk'ün Mason olduğunu iddia etmek.
 (Gerekçe: Sağ elini paltosunun arasına sıkıştırması)

13- Diyanet İşlerini kuran Atatürk'ün dinsiz olduğunu iddia etmek.
(Gerekçe: Rakı içmesi, namaz kılarken fotoğraf çektirmemesi)

14- Atatürk'ün Sabetayist/Yahudi olduğunu iddia etmek.
 (Gerekçe, Şemsi Efendi okuluna gitmesi)

15- Osmanlı'nın kusursuz olduğunu zannetmek.

16- Osmanlı'nın mükemmel oduğunu zannetmek.

17- Kuyucu Murat Paşa'nın kuyudan su çektiğini sanmak.

18- Kanuni'nin , Fatih'in oğullarını sevgiye "boğduklarını" zannetmek.







 Bütün bunlar çok klişeleşmiş ve de kalıplaşmış şeyler olduğundan ötürü yazma gereksinimi hissettim. En başından beri belirttiğim gibi yobazlar sadece belirli kaynaklardan beslendiklerinden ötürü argümanları hep aynı olur.


 Bunların dışında yobazlar için bir politikacının entelektüel bilgisi, bildiği yabancı dil sayısı, politik ve diplomatik becerisi pek de önemli değildir. Eğer piyasa da namaz kılan bir adam varsa, yıllardan beri aranan lider odur! Yani görüyorsunuz bugün Atatürk gibi 5000 kitap okumuş bir adam bile, Adnan Menderes gibi bir köy ağasıyla kıyaslanabiliyor.

 Bir adam ister büyük ortadoğu projesinin eş başkanı olsun, ister haçlı birliği natoyla libyaya saldırsın, pkkyla masaya otursun bunlar pek de önemli değildir. Zira adam kötünün iyisidir, ona vermeyeyim de ce-ha-pe ye mi vereyimdir, özetle piyasada başka namaz kılan adam mı vardır.


 Ya toplumun bu kesimi gerçekten leş. Tiksiniyorum bunlardan. En ağır eleştirileri, en zehir zemberek sözleri hak ediyor bunlar. Bunların o çok eleştirdikleri kemalist yobazlardan da hiçbir farkı yoktur. Kemalist tayfa nasıl saçma sapan hareketlerle Atatürk'ün üstüne leke sıçratıyorlarsa, bunlarda aynı şekilde İslam'ın üsüne leke sıçratıyorlar. Kemalistler nasıl Atatürk'e tapıyorsa, bunlar da şeyhlerine, siyasi liderlerine öyle tapıyorlar.


Bir de kemalistlere putperest derler. Bu nedir?





En kötüsü de bütün bu ahmakların sürtüşmeleri toplumu belli konularda taraf seçmeceye zorluyor.


Ya Osmanlı'cısın yada Cumhuriyetçi.

Ya Müslümansın yada Atatürkçü.

Ya Kemalistsin, ya Vatan Haini.



Ya oğlum böyle bir salaklık olabilir mi lan? Bizler 2200 yıldan fazla bir tarihe sahibiz.
Ve şu bilinen bir gerçekki biz Türklerin tarihte yaptığı iki iyi şey var.

1- Devlet yıkmak

2-Devlet kurmak

Yani her devlet kurduğumuzda bir önceki devlete söveceksek halimiz nice olur olum, manyak mısınız siz?


Ben Osmanlı torunu, Atatürk'çü bir müslümanım. Cumhuriyetinde savunucusu bir gencim.
Tarihime de, dinime de, cumhuriyete de sahip çıkmak birinci vazifemdir.

Niçin bu kavramlar birbirinden çok ayrıymış gibi yansıtılıyor anlam veremiyorum doğrusu...

Neyse yobazları bir kenara bırakalım. Onların laflarıyla bir yere varılmaz. Burdan olurda beni okuyorsanız  hem muhafazakar hem de Atatürk'çü aydın gençlere birşey söylemek istiyorum.

Olum çok farklı değilsiniz lan!

Valla bak.

 Sadece biriniz dini değerlerini ön planda tutuyorken, diğeri ise dini görüşünü pek de dışarı yansıtma taraftarı değil.

Tek fark bu.


Hepiniz iyi bir eğitim almak istiyorsunuz mesela.

Okul bittiğinde iyi bir işe yerleşmek, ahlaklı bir biçimde para kazanmak..

Adalet istiyorsunuz mesela, ailenizin binlerce lira harcama yaptığı o sınava girerken..

Eşitlik istiyorsunuz mesela, hiçbir ayrımın olmadığı tertemiz bir ülke.

Güçlü bir ülke istiyorsunuz mesela, size kol kanat geren, zalimin karşısında sizi sarıp sarmalayan..

Saygı istiyorsunuz mesela,  bazen ibadet yaparken bazen de kendi halinde iki kadehi tokuştururken.


Bir merhaba istiyorsunuz mesela, işe giderken komşunuz kadın,erkek,alevi,sünni,sağcı,solcu ne olduğunu önemsemeden, onun da sizin ne olduğunuzu önemsemeden günün ilk ışıklarında sıcak bir merhaba!

Dediğim gibi o kadar da farklı değiliz!



Bu ülkeye ne şeriat gelir, ne de din elden gider hacı!

 Bu topraklarda yerleşmiş bir kültür var. İmparatorluk kültürü.

Ta Osmanlı'dan gelen, müslümanın hristiyanın paskalya bayramını, hristiyanın da müslümanın ramazan bayramını kutladığı eşi benzeri olmayan harika bir kültür bu.

Ve bu kültürü üç beş ahmağın da bozmaya gücü yetmez.


Görüşmek üzere....

26 Temmuz 2013 Cuma

Manda Ateizmi



Selam.


Şu günlerde gerçekten canımı sıkan, kafamı büküm büküm büken ve içime dert olan bir durum söz konusu. Onu da buraya kusucam.

Bir çok düşünce ve inanç zamanla yobazlaşabilir. Yobazlaşmış bir milliyetçilik, yobazlaşmış bir dini inanç, yobazlaşmış bir ulusalcılık ortaya çıkabilir. Ki bunların birçok örnekleri ve hazin sonuçları da ülkemizde bolca mevcut zaten.

Bu sebeplerden ötürü itiraf etmek zorundayım ki bu tarz yobazlıklardan sıyrıldıkları için ateistleri, dindarlardan daha çok severim. Ne yazık ki Türkiye, ateistlerin müslümanlardan daha fazla kuran okuduğu bir memlekettir. Okumak derken ki kastım arapça telafuzunu tekrar etmek değil elbette. İçeriğini okuyup, anlayıp, üzerinde kafa patlatmaktan bahsediyorum.

Bu yüzdendir ki gerek bilgi birikimi, gerek entellektüel seviye bakımından ateistlerle, hatta bunu ateizm olarak da kısıtlamayalım deist agnostik kısacası gayrı müslim kesimle gerçekleştirdiğim sohbetler, benim için herzaman daha besleyici ve keyifli olmuştur. Gerçekleştirdiğimiz sohbetlerde küfürler ve bedenler değil, fikirlerimiz savaşır. Doğru fikirler yanlış fikirleri öldürür. Bizde geriye kalan sağlam fikirleri cebimize doldurur evimize döneriz. Ne benim ne de onların tanrının varlığına olan düşüncemiz asla değişmez. Zaten böyle bir amacımızda yoktur. Ve konuşmaya başlarken bunun olacağını biliriz. Bizim için tek amaç, kral bir muhabbet eşliğinde karşılıklı olarak bilinçlenmektir.

Bundan birkaç yıl önce biri bana gelip ateizmin de yobazlaşacağını söylese hiç şüphesiz o kişiye neticemle gülerdim. Lan oğlum ateistler ki en çok sorgulayan hiçbir kutsal, kült, dogma tanımadan özgür bir biçimde düşünen insanlar, bunlar nasıl yobaz çıkacak derdim.


Kişi ister Allah'a tapsın isterse de Nihat Doğan'a. Burda kimseyi kendi inancıma dahil etmek inanın umrumda değil. Cehenneme gideceklerine yürekten inandığım bu kişilerin akıbetini önemsemiyorum, ve tohumlarına da para saymış değilim . Birey olarak bu konuda ki düşüncem, Neyzen'in de dediği gibi "yansın bu ipnelerin alayı su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim" yönündedir.

Her türlü yobazlık kötüdür de, ateistin yobazı da zerre çekilmiyormuş birader.. Bir kere adama laf anlatamıyorsun . Karikateist ve Richard Dawkins den öğrendiği kalıplaşmış şeyleri öyle bir savunuyor öyle bir savunuyor ki , savunduğu şeyler artık "özgür bilinç altındaki edinimlerden" çıkmış ve bir dogma halini almış bulunmakta.


Ben bunlara klişe ateistler diyorum. Yani ateizmin çıkış noktası olan "sorgulama" etkenini ateizme geçişten sonra unutan kesim. Unutmayın ki sorgulamayı bıraktığınız anda, artık hayatınızda minik minik klişeler önyargılar ve gerçekliği bulunmayan batıl inançlar peydah olurlar.


-Klişe ateizminin temellerinde, ben ateistim diyerek toplum içerisinde prim yapma ve kız kaldırma düşüncesi yer alır. Öyle ki bu tür dallama gençlerimiz aşırı şeilde "her farklı ve sıradışı olanın cool ve karizma olduğu" inancına sahip olduklarından ötürü , geneli dindar olan bir toplumda ateist olma fikrine çok sıcak bakmışlardır.

Sıradışı olanın cool olduğu inancı çok tehlikeli bir durumdur. Genel olanı kötülemek ve her nadir olan şeyi kıymetli sanma inancı... Aslında herkes yapar bunu. Yaptığı şeyleri, herkes yaptığı için yapmıyormuş gibi davranır. Farklı olmak ister. Çünkü farklı olanın, nadir olanın kıymetli olduğuna inandırmıştır kendisini. Mesela bende yapıyorum aynı şeyi. Facebook'tan Pink Floyd, Led Zeppelin ve Deep Purple gibi grupların sayfalarını beğeniyorum. Oysa ki Hakan Taşıyan dinlediğim koca bi gerçek...

Şimdi beşeriyet olarak bunları yapmak zorundayız kısmen. Eh , neticede özellikle de kızlı bir ortamda; Kurtlar Vadisi - Season 4 Episode 3 hakkında muhabbet çevirmek bir hayli güç. El mahkum dayanıcaksın Game of Thrones'a, vurucaksın Lost'un gözüne..

Lakin bu tür durumları abartmamak ve işi obsesif kişilik bozukluğuna taşımamak lazım. Hele ki tanrı inancı gibi bir durum söz konusuysa kişinin önce kendine sonra da diğer insanlara karşı dürüst olması gerektiğine inanıyorum.

Kimleri kastettiğimi anlayan anladı aslında. Bahsi geçen kişiler, yeterli entellektüel seviyeye ulaşamamış, eleştirdiği şey hakkında bilgi sahibi olmayan, özenti, ergen, yobaz ateistlerdir.

-Bu kişiler, kendileri gibi düşünmeyen teistleri; akılsızlık, koyunluk, cahillik, zeka seviyesi düşüklüğü, bilim karşıtlığı, sorguya kapalılık, korkaklık ve aptallıkla suçlayabilir..

Aynı ithamlarla kendileri karşılaştıklarında ise yine siz kötü olursunuz, çünkü bu ülkede inanç özgürlüğü vardır ve kimse inançları yüzünden hakarete uğrayamaz.

-Karısını döven ya da küçük bir kıza tecavüz eden bir müslüman yüzünden islamın kötü olduğunu söylerler. Yine bir ateist olan Alfred Nobel'in 20'ye yakın ülkede 90 dan fazla silah fabrikasının sahibi olduğunu ve sayısız insanın ölümüne öncülük ettiğini söylediğinizdeyse size, kişiler üzerinden inançların değerlendirilemeyeceğini öğretirler.

-Facebook'ta kurdukları sayfalara atom ve Albert Einstein (ki kendisi deist) fotoğrafları koymak olmazsa olmazlarıdır. Çünkü bilim eşittir ateizmdir. Dindar gençlik bilim karşıtıdır ve onlara göre tanrıya inanan herkes yerçekiminin var olduğunu asında inkar ediyor.

- Bilim adamlarının çoğu ateist. Bilim adamları zeki olduğuna göre dindarların alayı salaktır gibi Aristo mantığının bile sınırlarını zorlayacak genellemelerde bulunabilirler.

Bak şimdi sakin ol ve elindeki Turan Dursun kitabını rahatça yere bırak dostum...

Bil(me)diğin üzere;

1,000,000 kelimelik bilimsel çalışmaya karşın 3,000,000 kelimelik dini çalışma yapan, matematiğin fiziğin babası, fizik, matematik, astrofizik, integral dolayısıyla mühendislik, özetle bilim denilen teranenin temellerini oluşturan Isaac Newton dindardır.
Evrimin dayanak noktası olan kalıtım biliminin babası Mendel, bir rahipdir.
Faraday,Maxwell, İbni Sina, ,Heiseberg, Joule, Hertz, Louis Pasteur, Harezmi, Max Planck bunların hepsi dindardır.




- Klişe ateistlere göre ateist budur.




Müslümansa bu.




Ben sıkıldım arkadaşım!

Dünyadaki bütün savaş ve kaosun sebebini dinlere bağlayan, dinlerden önce savaşların olmadığını zanneden küt zihniyetten sıkıldım!

Doğa bilimleriyle metafiziksel tanrıyı tartmaya çalışan acizlerden bunaldım!

Bilim! Bilim! Bilim! Ateistiz biz, sürekli kitap okuruz, hepimiz bilimin çocuklarıyız triplerinden ve hayatında yaptığı tek bilimsel faliyetin de pamukda fasulye yetiştirmek olan kişilerin kendini Nikola Tesla zannetmelerinden usandım!

Tanrı insanı bunun için yaratmış olamaz, şunun için hiç yaratmış olamaz , tanrı bu kadar basit mi? diyip de. Madem bi tanrı yok, ne yapmalıyız o zaman dediğinizde "yaşayın abi işte, tadını çıkarın hayatın, sevişin falan" diyebilen zeka abidelerinden daral geldi artık bana. Valla bak.



Özetle sözüm ateist yobazı kimseleredir!

Size çok kızgınım olum!

Ateistten yobaz olmayacaksın birader!

Ateistsen dogmaların olmayacak kardeşim!

Ateistsen sorgulamaya devam edeceksin! Hem dini hem ateizmi. Peşin bir hükmün olmayacak..

Ateistsen her şeyi biliyorum kafasından kurtulacaksın birader, zira bilim hiçbir bok bilmediğinin farkında olan bireyler sayesinde yükselmektedir.

Ve böylece ben de seninle oturacağım bir masaya ve her zaman ki keyif dolu sohbetimi gerçekleştireceğim..

Bunlar bana ters diyorsan da ateistim diye dolaşmayacaksın ortada. Sen sadece tanrının varlığını inkar eden boş kafa bir embesilsin. Bugün Dawkins çeker seni bir yana, yarın da bir başka biri. İt dazınt medır.

7 Ekim 2012 Pazar

Baştan Sona Akp Ansiklopedisi - AKP'nin Sonu..



 Merhaba, yazıya başlamadan önce birkaç kelam etmek istiyorum. Evvela bu blogu neden oluşturduğumu sizlere anlatayım isterseniz.

 Öyle binlerce insana hitap etmediğimin farkındayım tabii, ama yazının devamında amacımın bu olmadığını anlayacaksınız zaten. Benim bu blogu oluşturmam da tek bir amaç var. O da bir klozete ihtiyaç duymam.

 Bazıları magazin programlarını sever, Kenan Doğulu kiminle aşk yaşıyor? Sibel Can kiminle kavga etmiş? Demet Akalın kaç bin dolarlık çanta satın almış? bunları merak ederler..

 İnsanların bu tarz şeyleri neden merak ettiklerine hiçbir zaman anlam veremedim.

 Aslında ben de bu insanlardan pek farklı değilim bir bakıma. Aramızdaki fark benim sorularımın, Hillary Clinton hangi ülkelere ziyarete gitmiş. Abd hangi ülkeleri karıştırmış? ,  Beşar Esad kaç milyar dolarlık füze alımı gerçekleştirmiş? olmalarıdır.

 Fakat benim bu insanlardan bir farkım daha var. O da bütün bunların beni en sapa konuya kadar alakadar ediyor oluşudur. Kenan Doğulu'nun aşkı kimseye en ufak bir etki etmezken, Hillary Clinton, mehmetçiği Suriye'ye göndermek üzere ülkemin siyasileriyle masaya oturup askerliğimi tehlikeye sokabiliyor, Barrack Obama'nın politikaları ülkemde ki terörü zirveye çıkartıp yaşamımı tehlikeye sokabiliyor.

İşte bu sebepten ötürü bütün bunlar beni, ülkemde ve dünyada, özellikle de ortadoğu da ki olayları araştırmaya sevk etti. Bir yandan bütün bu konuları magazin seyircisi merakıyla araştırırken, bir yandan da insanların nasıl maddi şeyler uğruna, milyonlarca yaşamı yok ettiğine tanık oluyordum. Bazen öyle birşey oluyor ki insanın okumaya devam etmeye mecali kalmıyor. Ne bedensel ne de zihinsel bir yorgunluk bu. Bu "vicdani" bir yorgunluk...

  Arap ülkelerinin sırf altlarında petrol yatıyor diye işgale uğraması. Milyonlarca insanın haksız yere hapse atılması, öldürülmesi, bombalanması, babaların bebeklerinin cansız bedenlerine sarılmaları, tecavüze uğrayan sayısız kadın ve çocuk, en kötüsü de insanların susması... İnsan yoruluyor be abi. Vicdanım yoruluyor.

 Birde madalyonun diğer tarafı var tabi. Adaletsizliğin adalet olduğu o yerler. Orta halli bir ailenin kapısınında bile 3 tane araba dururken petrol avına çıkan ABD  mi dersiniz. Refah seviyesi tepelerde olan ülkelerin bu refahı daha fazla arttırmak için açtığı savaşlar mı dersiniz. Afrikada insanlar açlıktan ölürken obezite oranı hızla tırmanan batılı ülkeler mi dersiniz..

6'ya kadar sayın.


1...

2...

3...

4...

5...

6.


Şu an Afrika'da bir insan açlıktan öldü.

 Olum ne bileyim garip lan. Bir insan açlıktan nasıl ölür abi? Adım gibi eminim bu söylediğimi içten içe gerçekçi bulmuyorsunuz çünkü çok saçma geliyor size. Bunlara o kadar uzağız ki aklımız gerçek olduğuna inanmak istemiyor. Tüm bunlara rağmen veriler ortada.  İnanmayan sağlamasını yapabilir. Afrika'da yılda sadece açlıktan ölen insan sayısı yaklaşık 10,000,000.

Bir ekmek bulamıyor abi insanlar. Bir ekmek bulamadığı için, ölüyor insanlar! Oysa dünyanın batısında zayıflamak için gittiği spor salonuna 2000 dolar para veren insanlar da var. Bir ekmek ya, 50 kuruş der geçersin. Nerden baksan bi dal sigara parasına denk geliyor. Bir ekmek bulamadığı için yılda 10 milyon insan mı ölür lan?!

Ama ölüyorlar işte. 10 milyon insan senin çok sert diye yemeyip çöpe attığın o döner ekmeğinin ucunu bulamadığı için ölüyor. Bizlerse o dönerin üstüne bi sigara yakmaya devam ediyoruz.

 Özetle vicdanım yoruluyor üstat. Ve yeri geldiğinde benim bütün bu yorgunluğu,  bütün bu haksızlıkları, adaletsizlikleri, bütün bu günahları... okudukça ve araştırdıkça şahit olduğum bütün bu insanlık dışı pislikleri, bir yere kusmam gerek. İşte bu yüzden bu blogun oluşma sebebi ne okuyucu kazanmak ne de insanları kendi politik görüşüme dahil etmek. Bu blogun oluşmasında tek bi sebep var. O da burasının benim bütün bunları içimden atıp kusabildiğim tek yer olmasıdır. Bir nevi klozet yani.


Siyasi mevuzları araştırmak gerçektende içmek gibi. Evvela ne size, ne de etrafınıza en ufak bir yararı olmuyor. İnsanların ne kadar acımasız ve zalim olduklarını görünce yer yer miğdeniz bulanıyor ve içinizdekileri atma ihtiyacı hissediyorsunuz. Bazı insanların siyaset hakkında çok konuşmalarının sebebi de budur. Onlar okuyup tanık oldukları siyasi iğrençlikleri insanlara anlatarak kusarlar adeta. Bunun yanı sıra bu mevzuları araştırmanın bağımlılıkta yaptığını da  varsayabiliriz.

 Yalnız içmekten tek farkı ;  zihni uyuşturmak yerine daha çok ayık hale getirdiğidir hiç şüphesiz.

 Olaylara bu bakış açısıyla bakacak olursak eğer, ben burda sizlere ölük ölük kusarken, sizde  bu yazıyı okuyarak iki yetmişliği devireceksiniz herhalde.

Çok baba bi yazı geliyor çünkü.

GİRİŞ:


 İçinde yaşadığımız bu dönem tarihi bir dönemdir. Baba Bush  1990 da yeni dünya düzenini duyurduğu andan itibaren dünyada, özellikle de ortadoğu da garip hadiseler gerçekleşmektedir. Bizim tanık olduğumuz bu yıllar, hiç kuşkusuz bundan yüz sene sonra eğitim gören çocukların ders kitaplarında yerini alacaktır. Çünkü bu sıralar sessiz bir "3. Dünya Savaşı" gerçekleşmektedir.

Yaşanan bu sessiz savaşta taraflar; birbirlerinin yüzlerine gülüyor, kameralara gülümseyip el sıkışarak pozlar veriyor, ofislerine çekildiklerinde de birbirlerini nasıl yok edeceklerini hesap etmeye başlıyorlar.
Dediğim gibi bu sessiz bir savaş.

Dünya Ticaret Merkezi saldırısıyla Amerika, bu savaşı görkemli bir biçimde ilan etti. El Kaide bahanesiyle ilk işgal yeri Afganistan oldu. Ardından Irak işgali geldi. Ardı ardına yaşanan bu işgaller dünya kamuoyunca Amerika politikalarına karşı bir tepki oluşturdu. Her ne kadar onlar, " bizler demokrasi getiriyoruz" deselerde, demokrasi getirilen yerlerin petrol ülkeleri olması büyük bir tepki yarattı.

  Bugün Batı ile Doğu gittikçe kutuplaşmaktadır. Avrupa ülkeleri, Amerika ve İngiltere yıllardan beri bir bütün. Fakat yeni diyebileceğimiz şey, Rusya, Çin, İran ve Suriye'nin de artık kendi aralarında bir ittifaka yönelmesidir.

Doğu ve Batı birbirlerine karşı toplana dursun, arada kalansa sadece tek bir ülke var.

 Türkiye.


 İşte her şeyin esas sebebi budur. Bu ülke savaş coğrafyasının tam göbeğindedir. Ülkemizde yaşanan bütün siyasi oyunlarının, adaletsizliklerin, terörün, açlığın, sefaletin, darbelerin, muhtıraların, faili meçhul siyasi cinayetlerin, kanlı 1 mayısların, madımakların , maraş katliamlarının, susurlukların, ergenekonların, balyozların, fethullahların, cemaatlerin, özelleştirmelerin, kısacası ülkemizde yaşanan her şeyin tek sebebi budur.

Türkiye savaş meydanıdır.


  Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; Türkiye'yi yanına alan bu savaşı kazanır. İşte bu sebepten ötürü , tarihin şekilleneceği, tüm güç dengelerinin alt üst olacağı bu oyunda bizlere çok şey düşüyor. Çünkü ister inanın ister inanmayın, 21. yüzyılın tarihini Türk halkı yazacaktır. Batı Bloğu ve Doğu Bloğu. Terazinin iki kolu da şu an eşit durumdadır. Ve Türk halkı hangi tarafı seçerse, o taraf galip olacaktır.


 Bunu size verilebilecek en somut örnekle açıklayayım. Bugün Suriye'de bir savaş söz konusu. Batı Bloğu nun desteklediği "Özgür Suriye Ordusu" ile Doğu Bloğunun desteklediği "Beşar Esad Ordusu" aylardan beri savaşmaktadır.  İki tarafta birbirlerine üstünlük kuramamaktadır. Bugün Türkiye; ordusunu hangi taraftan yana Suriye'ye sokarsa savaşın galibi o taraf olacaktır. İşte genel politikada da durum aynen bundan ibarettir. Bu yüzden atacağımız adımları, en çokta bizi yönetenleri çok ama çok iyi belirlemeliyiz.




ETAP 1:  NEDEN BİZ?




 Evvela batılın durumunu iyice bir analiz edelim.

 Ne demiştik batılıların dış borçları tavan yapmıştı ve ekonomileri çökmek üzereydi. Bugün gerek Avrupa Birliği gerek ABD ve İngiltere, borç havuzunda kulaç atmaktadırlar. Bugün Yunanistan'ın ardından İspanya'da ekonomik krizin eşiğine gelmiştir. Bu çöküşler durmayacak. Avrupa'da işler her geçen gün daha da kötüye gitmektedir. Keza ABD'de de öyle. İnsanların büyük bi kısmı işsizlik maaşlarıyla geçimini sağlamaktadır. ABD'nin büyük şehirlerinde sokaklar, evsizlerin kurduğu derme çatma barakalarla her geçen gün daha da dolup taşmaktadır. Medyada bu gerçekleri göremezsiniz. Batılı ülkeler büyük bir çöküşün içerisindeler.

  Bütün bunlar dolayısıyla onlar da tüm bu ekonomik sıkıntılara çözüm getirmek için Ortadoğu ve Asya'nın kaynaklarına göz diktiler. Evet hedef sadece Ortadoğu değil, hedef bütün Asya'dır. Fakat planın Asya ayağı çok daha sonra gerçekleştirileceğinden, şimdilik işin Ortadoğu etabı bizi alakadar etmektedir.  ABD nin uzun vadeli planlar yaptığını ve daha sonra bu planları hayata geçirdiğini biliyoruz. Bunlar 50 senelik planlardır. 50 sene önce tüm siyasi hamlelerin ve olasılıkların planları tek tek senaryo gibi yazılır. Daha sonra iş, yazılan senaryoyu uygulamaya kalır.



Ortadoğu'da 22 ülkenin sınırları değişecek! - Condolizza Rice (Bush Dönemi Eski ABD Dış İşleri Bakanı)
                                                  - Washington Post Gazetesi. /-07.08.2003


Aha bu da bize isabet eden 50 sene önce yazılmış olan senaryodur. Büyük Ortadoğu Projesi. Bu harita batılıların böl parçala yönet stratejilerinin bir başka versiyonudur. 1. Dünya Savaşından beri Asya bölünüyor ama batılılar hala tek parça. 1. Dünya Savaş'ından önce yaklaşık 50 ülke vardı. Savaş sonu bu sayı 2 ye katlanarak 100 civarı oldu. Şimdilerdeyse dünyadaki ülke sayısı 200 lere yaklaştı.  Özetle karşılaştığımız bu tablo yeni bir terane değil. Asırlardır dünyayı yöneten küresel sermaye sahipleri yine aynı oyunu oynuyorlar. İnsanlara milliyetçilik ayağına gaz verip küçük küçük ülkeler kurduruyorlar. Daha sonra bu insanlar; yine aynı kişiler tarafından saldırı altında kaldıklarında onları koruyacak güçlü bir devlet bulamıyorlar.

Bizler bölünüyoruz batılılarsa bırakın bölünmeyi, NATO, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler gibi oluşumlarla dahada birleşip güç kazanıyorlar..


 BOP'un haritası aslında herşeyin anahtarı.
  Haritaya bakarak kafamıza takılan bütün siyasi hamleleri çözebiliriz. Mesela ben aylar öncesinden yazdığım bir yazımda Suriye'nin kuzeyinde küçük bir kürt devleti kurulabileceğirnden söz etmiştim. Bu tahmini bu haritaya bakarak yapmıştım. Bakın bugün noldu? Esad'ın ordusu güneye çekilmek durumunda kaldı ve Suriye'nin kuzeyine PKK yerleşmeye başladı. Herşey plana göre işliyor yani.



Haritaya baktığımda dikkatimi çeken ilk şey ülke isimleri oldu. Özgür Kürdistan, Arap Şii Devleti ve Sünni Irak. Bu isimler insanları nasıl ayrıştıracaklarının adeta birer özeti. Özgür Kürdistan dalgasını biliyorsunuz zaten anlatmama gerek yok. Bölgede yaşayan kürtlere "siz kürtsünüz! özgürsünüz! özgür olmalısınız!" diye milliyetçilik pompalanacak ve bağlı olduğu ülkelerden uzaklaştırılarak 4 ülkeden ( Türkiye, İran, Irak, Suriye)  toprak parçası koparılıp bir kürt devleti oluşturacaklar.

Haritaya hala komplo teorisi gözüyle bakan kaldı mı gençler?



Arap yarım arasına gelince işler değişiyor. Şöyle bir durum varki orda herkes Arap zaten. Dolayısıyla insanları milliyetçilikle bölemeyeceklerinden dolayı mezhep çatışması yapma kararı aldılar.  Sünni ve Şii çatışmalarını ateşleyip yine ufak devletler kurmak planları arasında..

Ortadoğuda durum şundan ibaret; insanları iki şekilde bölecekler, milliyet ve mezheplerle.


Evet. Bölünmenin nedenlerini anladık. Bölünmenin nasıl  yapılacağını da anladık. Şimdi gelelim bölünmenin ne şekilde yapılacağına.


Haritayı sağ baştan taradığımızda yepyeni bir ülke görüyoruz. Özgür Baluçistan.  Hatırlarsanız size plandaki hedef tüm asya demiştim. Bu plan kapsamında elbette ki doğal gaz sahibi Türki Cumhuriyetler de nasibini alacaktır. Türki Cumhuriyetlerin kaynaklarını ele geçirdikten sonra bir şekilde, bu kaynakların ABD ye ve batıya taşınması gerekmektedir. İşte bu noktada Özgür Baluçistan; ABD nin Türki Cumhuriyetlerden çekeceği boru hatlarını güvenli bir biçimde korunması için tasarlanmış bir ülkedir. Başkent Gwador şehrine borularla gelen doğalgaz ve diğer kaynaklar, gemilerle dünyanın her tarafına dağıtılıp satış için hazır hale getirilecektir.

İran, aradaki kürt devleti yüzünden tamamen, tek dostu olabilecek Türkiye'den uzaklaştırılmış ve tek başına bırakılmıştır.

Arap yarımadası ; mezheplerle bölünmüş paramparça bir hal alacak. Devletlerin eşit oranda güçlendirilip, birbirlerine üstünlük kuramayacakları güçteki devletçiklere bölünceklerine  inanıyorum. Birbirlerine üstünlük kuramayan, bölünmüş, küçük devletçikler. Petrol ise gayet tabi ABD nin.


Ve Türkiye.


Artvinden Şanlıurfaya kadar bir çizgi çizin. Çizginin doğu kısmı tamamen kürt devleti. Peki Artvin de kürt devletinin ne işi var? Hedef bütün Asya olduğundan dolayı ABD nin hedef listesinde, dünya petrol ve doğal gazının büyük bir kısmını elinde tutan  Rusya'da var. Bundan bahsetmiştik.

 ABD  kontrolünde tuttuğu bu kürt devleti sayesinde hem Artvin ve Ardahan gibi Rusya'ya yakın kısımlardan, Rusya'ya müdahele etmeyi, hemde Türkiye'nin bölgedeki tek dostu olabilecek ülkeler ( İran, Azerbaycan ve Türki Cumhuriyetler)'le arasına engel koymak istemektedir.  Böylece tam ortadaki kürt devleti sayesinde olası bi Türkiye- İran- Türki Cumhuriyetler ittifakının önüne geçilmiş olacak.

Kırgızistan'ın ABD üstlerini kapatma kararından sonra, ABD; Rusya'ya yakın olan son üssünü de kaybetti. Hiç şüphesiz Kırgızistan'ı bu harekete ABD nin "hedef tüm Asya" politikasının farkına varan Rusya ve Çin sürüklemiştir.

 Barrack Obama ve birçok ABD li siyasi, Trabzon'a yeni bir üss açmak için defalarca görüşmeye geldiler Türkiye'ye. Çeşitli sebeplerden bu plan sekteye uğrasada birkaç seneye yapacaklarından neredeyse hiç tereddütüm yok.


Herneyse Ardahan ve Artvin'in  ABD tarafından bu kürt devletine dahil edilmesindeki sebep budur. Rusya'ya yakın bir askeri üsse sahip olmak.



Özetle plan bu. Parçalanmış, kaynakları ele geçirilmiş bir Ortadoğu. Planı hazırlayanlar belli. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler ve küresel sermaye sahipleri. Kısaca "batılılar" diyeceğim bunlara. Ortak çalışıyorlar. Amaçları belli. Bütün Asya !  Fakat bundan önce Ortadoğu'yu ele geçirmek zorundalar...


  Bu plan kapsamında batılılar bezinde bir takım sorunlar var. Birkere bölgeye çok uzaklar. İkincisi ekonomik olarak zorluk içerisindeler ve savaşacak yeterince para yok. Onlara tek birşey lazım. Bölgeye yakın olan, üzerine askeri üssler kurup böylece bölgeye hakim olabilecekleri, hem araplarla hem de batıyla ilişkisi iyi olan, stratejik bir ülke. Gerektiğinde kendisi adına canına 23 cent paha biçilmiş korkusuz ve yürekli askerleriyle savaşa bile girebilecek güçlü ordusu olan bir ülke. Evet. Tahmin ettiğiniz gibi bu ülke; Türkiye.


ETAP 2: AKP YE ORTAM SAĞLANIYOR..

Türkiye; sonsuz doğal kaynak ve madenin sahibi Asya'ya nın kapısı.

Türkiye; petrol coğrafyasının tam göbeğine oturmuş bir ülke.

Petrol, altın, gümüş, bakır, temiz su. Batılılar için tüm bunlara giden yol Türkiye'den geçiyor.


Olayların akışını iyi analiz etmek adına AKP nin kuruluşundan 5 yıl önceye bir göz atalım..

Yıl: 1996


1996 tarihine ait Aydınlık Gazetesi manşeti...


  Tayyip Erdoğan bildiğiniz üzere o dönemlerde Refah Partisinde Necmettin Erbakan'ın yanındaydı. Ülkemizin kontrolünü ele geçirmek isteyen siyonistlerin ilk işi; Erbakan'ı saf dışı bırakarak yerine yeni bir 'İslam'i Parti' getirmekti. Başa geçirilecek olan partinin İslam'i olmasının sebebi basittir. Ortadoğu'da bilinen tek bir güç vardır. O da İslam'dır. İslam'ı elinde tutan hiç şüphesiz arkasında büyük bir kitleyi ve bununla birlikte büyük bir gücüde hakimiyeti altına almış olur. Hristiyanlar asırlardır bu güce karşı kılıç kaldırdılar ve karşı koymak istediler. Fakat her defasında İslam'ın kılıcı Hristiyan kılıcından üstün gelerek onları def etti. İşte bu sebeplerden ötürü batılılar yıllar önce İslamla savaşmayı bir kenara bıraktılar. Batılılar Ortadoğudaki bu güce karşı duramayacaklarından ötürü, İslamla savaşmak yerine onu kontrol altına almayı kafalarına koydular. Bu sebeplerden dolayı Türkiye'de kurulacak olan parti "İslam'i" bir parti olmalıydı. Bu partinin başındaki isim "davos" gibi düzmece senaryolarla halifelik makamına yükseltilecek ve ortadoğudaki tüm İslam'ı elinin altında tutacaktı. Zaten bunu yapmak için ellerinden geleni de fazlasıyla yaptılar.

Alman basınının Erdoğan'ı nasıl halife ilan ettiğine şahit olun. Haber için.


Velhasıl kelam o dönemde sağ görüşlü tek güçlü parti vardı. İktidarda olan Erbakan'ın Refah Partisi. Erbakan'ı seversiniz ya da sevmezsiniz orası ayrı.  Fakat Erbakan hakkında su götürmez tek bir gerçek vardır ki o da Erbakan'ın tamamen ABD ve Siyonizm karşıtı bir insan olduğudur. Bu sebepten ötürü Erbakan'la yola devam edilemezdi. İslamcı görüşü ve yeni halifeliğe olan müthiş uyumu ABD için ümit taşısa da , Erbakan'a Büyük Ortadoğu Projesini uygulatmak deveye hendek atlatmaktan bile daha zordu. Onlara tıpkı Erbakan gibi fakat kendilerine hizmet edecek başka bir eleman lazımdı. Profesyonel bir taşeron. Bu sebeplerden ötürü Tayyip Erdoğan ve etrafındaki birkaç kişi Morton Abramowitz tarafından başa geçirilmek üzere takibe alındı.


                                          
       Erdoğan ve Abdullah Gül sisteme dahil ediliyorlar..


Gelelim gazetede ki Morton Abramowitze. Morton Abramowitz kimdir?

Morton Abramowitz. Eski Türkiye Ankara büyük elçisi. Aynı zamanla siyonist bir oluşum olan CFR'nin de kıdemli bir üyesi. CFR ismini aklınızda çok iyi tutun. Zira bu siyonist çete dünyadaki hemen hemen bütün savaşların, ekonomik krizlerin ve  darbelerin arkasında yer almaktadır. Yazının ilerleyen kısımlarında bu ismi sık sık duyacaksınız.

   Abramowitz yıllar önce Tayyip Erdoğan'ı Başbakan ve Abdullah Gül'ü Dış İşleri Bakanı yapmakla  mükellef  olmuş bir ajandır. Tayyip Erdoğan'ı bu adam başa geçirmiştir.


Şimdi de Ergenekon sanığı Doğu Perinçek'in  Cumhuriyet Gazetesi gazetecisi Leyla Tavşanoğlu'yla, 97 yılında yaptığı röportajdan bir kesiti belge olarak sunalım.

“1997 Ocak ayında CIA’nın yan kuruluşu Rand Corporation’un ABD Hükümeti’ne verdiği raporda, (…) ‘Artık Refah Partisi’ni iktidar seçeneğimiz olarak destekleyelim’ deniyor. (…) Tayip Erdoğan’a veliaht ve geleceğin başbakanı gözüyle bakılıyor. ABD kaynakları Abdullah Gül ’den de geleceğin dışişleri bakanı olarak söz ediyorlar. Geleceğin iktidar formülü de böylece belirmiş oluyor.” (Cumhuriyet, 16 Şubat 1997)


CIA nin yan kolu olan Rand Corporation un raporu bu şekilde. Daha o dönemde Erdoğan'ın Başbakan, Gül'ün ise Dışişleri bakanı olacağı kalem kalem yazılmıştı bu raporda. 94 yılındaki Aydınlık Gazetesi manşeti, 94 yılında dış basın ile o zamanlar hiç kimsenin doğru dürüst tanımadığı Erdoğan ve Gül'le geçen konuşmalar , 97 yılında Doğu Perinçek'in harfi harfine doğruluk kazanmış tespitleri.

 Şuna dikkatinizi çekerim, o yıllarda Erdoğan, bırakın Başbakan olmayı daha milletvekili bile değildi. Böyle bir insanın 5 yıl içinde başbakan olması hayal bile edilemezdi.

Ama ne derler bilirsiniz, "hayaldi, gerçek oldu".



Yıl : 1997

Gerekli görüşmeler yapıldıktan  sonra Erdoğan için siyasi zemin hazırlanmaya başlandı. Zaten Erbakan'dan ümidi kesen batılılar, Büyük Ortadoğu Projesi için hemen kolları sıvadılar ve Erbakan için düğmeye basıldı. 28 Şubat post-modern darbesinin ardından Erbakan istifa etti.

28 Şubat'tan sonra Erbakan'ın koltuğuna Anasol-D koalisyon hükümetinin başında yer alan Mesut Yılmaz oturdu. Erbakanın imzalamadığı 28 Şubat dayatmalarını  hayata geçiren Yılmaz dönemi hükümeti, Türkbank ihaleleri , yolsuzluklar, rüşvetler, ekonomik istikrarsızlık sonucu 20 ye aşkın bankanın 70 milyar dolar gibi bir zararla batması gibi olaylarla çalkalanarak ancak 16 ay dayanabildi.


 Ardından DSP-MHP-ANAP' lı koalisyon hükümeti kuruldu. Bu üçlü koalisyon hükümeti döneminde ABD tarafından ard arda yapılacak olan yapay kaoslarla adeta AKP nin temellerini attı diyebiliriz.

Evvela ülke ekonomisi, hortumlanan bankalarla sarsıldı, aç ve işsiz kalan millet, kepenkleri kapatan esnaf, aylık %600 lere tırnamanan kredi kartı faizleri, hapishanelerdeki ölüm oruçları, IMF sorunları ve bütün bunlar yerine türbanı tartışan bir halk.

Bu iki koalisyon hükümeti döneminde ortaya çıkan ekonomik sorunlar için  Amerika'dan bir isim getirtilir. Kemal Derviş. Tam bir ABD ajanı.  IMF nin eski başkan yardımcısı. Aynı zamanda yine CFR üyelerinin ve diğer siyonist çevrelerin her yıl düzenli olarak yaptığı Bilderberg toplantılarına katılan bir isim. CFR yine iş başındadır.

 Amerikalıların Kemal Derviş gibi bir ülkenin ekonomisini çökertmek üzere görev almış ajanlara verdiği bir isim var. "Economic Hitman", Türkçesiyle "Ekonomik Tetikçi".

Bir ekonomik tetikçinin görevi; gönderildiği ülkenin ekonomisini çökertmek ve batıya bağımlı hale getirmektir.  Bunun için yapılacak olan adımlar neredeyse yıllar yılı hiç değişmemiştir.


Batılıların bir ülkeyi tamamen kaynaklarından arındırmak ve dışa bağlı hale getirmelerinin yolu çok basittir. Bunu yaklaşık 19. yy ın başından beri uygulamaktadırlar. Her ne kadar yaratıcılıktan yoksun bir yöntem olsada asırlardır işe yarayan bir yöntemdir bu.

 Evvela ülkeyi yöneten ve önemli mevkilerde görev alan kişiler ya parayla ya da yüksek vaatlerle batılılarla iş birliği yapmaya ikna edilir. Ülkedeki politikacılara " biz sizin ülkenizi geliştirmeye geldik, sizlere borç vereceğiz sizler de bu borçla yollar, fabrikalar, tarlalar açarak ülkenize yatırım yapacaksınız. Böylece hem ülkeniz kalkınacak, hem de almış olduğunuz borcu bu fabrikalar sayesinde ödeyeceksiniz." denir.

 Bu fikir bizimkilere başta cazip gelir fakat bu politikacıların bilmedikleri şey, devlet işlerinde kimsenin kimseye kara kaşı kara gözü için iyilik yapmayacağı gerçeğidir. Ülkeler elbette kendileri dışında hiç kimsenin güçlenmemesini isterler, elin oğlu sana gelip ekonomin güçlensin diye niye yatırım yapsın?  Bu kadar salak mı bu insanlar?

  Elbette var bunun da altında bir bit yeniği. Neyse, batılılar bu borcu vermeden önce, planlarının tam tıkırında işlemesi için ülkelere bir takım şeyler şart koşarlar. Bu şartlar genellikle, ülkenin dış pazara ve sermayeye açılması yönünde olur. Bu yüzden batılılar tıpkı Adnan Menderes "Marshall Yardımı" döneminde olduğu gibi , anayasayı değiştirerek, yabancı şirketlere devlet tarafından açılacak ihalelere girebilme olanağı sağlarlar. Bu adım, planın kusursuz işlemesi mutlaka gereklidir. Bizim salaklarda " kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez veya bir koyup üç alacağız" diyerek siyonist tezgahın göbeğine otururlar ve gerekli değişiklikleri yaparlar.

 Ardından söz verildiği gibi ülkeye faizli borçlar verilir. Hükümet aldığı bu parayla yollar, fabrikalar, barajlar yapmak için ihaleler açar.  Fakat batılılar, ülkede  açılan tüm ihalelerin hemen hemen hepsini toplarlar.  Böylece vermiş oldukları borç paraları, tekrardan cebe indirirler.

 Politikacılar bir bakarlar ki verdikleri para olduğu gibi suyunu çekmiş. Evet ülkede fabrikalar vardır ama hepsi yabancıların kontrolündedir. Evet yurda çift şeritli yollar yapılmıştır fakat para olduğu gibi yabancılara gitmiştir.  Evet ülkede barajlar vardır fakat bu barajlar da yine yabancı sermayenin kontrolündedir.

 Artık politikacılarımız, ülkesine çöreklenmiş tomarla yabancı şirket ve  yüksek faizli büyük bir borçla baş başa kalmışlardır.

 İşte bu noktadan sonra geri dönüş yoktur. Artık ülke; tüm ekonomisi batılılarca yönetilebilen bir ülke olup çıkmıştır.  Ülke tamamen yabancı sermayeye muhtaçtır, zira hiç birşey üretememektedir.Deterjan alıyorsun para yabancıya, çimento alıyorsun yabancıya, elektrik kullanıyorsun yabancıya. Ülkedeki tüm para bu şekilde yabancı şirketler vasıtasıyla ABD ye Fransa'ya İngiltere gibi ülkelere akmaktadır. Üstelik bu şirketler ülkede tutunabilen birkaç yerli şirketleri de hızla yok etmeye devam etmektedir. Yardım amaçlı borç adı altındaki truva atı açılmış, içinden tüm ülkeye akın eden yabancı bir sermaye fışkırmıştır.

 Büyük bir ekonomik tuzağın içine düşen politikacılarımız; artık batılıların karşısında, kafası araba camına kıstırılmış İffet gibidirler. Artık onlar ne derlerse, yapmaya mecburdurlar. :)


 Ve planın son aşaması başlar. Altında kaldığı büyük borcu ödeyemeyecek olan politikacılarımız, ülkenin neyi var neyi yok satmaya başlar. Bilin bakalım satılan bu şirketleri kimler alır? Gayet tabi o borcu verenlerin ta kendisi. Ülke üzerinde farklı isimlerle bir çok yabancı şirket bulunmasına karşın bu şirketlerin bir kaç adama ait olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Küresel çete bu planı asırlardır uyguluyor. Sadece isimler değişti hepsi bu. Osmanlıya'da uygulanan bu sistemin etapları o dönemde farklı isimlerle anılıyordu sadece. IMF nin adı İngiltere'den alınan borç, özelleştirmenin adı ise kapitülasyonlardı hepsi bu. Bu sistem bugün sadece Türkiye'de de değil, dünyanın bir çok ülkesinde uygulanıyor. Dünyanın varını yoğunu ele geçirmek isteyen Küresel Çete, asırlardır aynı oyunu oynuyor. Daha üzücü olan ise insanlar, asırlardır bu oyuna kanıyor...


İşte bir ekonomik tetikçinin görevi bunlardır. Bu senaryonun uygulanması için gereken herşeyi yapmak. Kemal Derviş planın ilk aşamasını başarıyla gerçekleştirdi. Ardından DSP yi dağıttı ve işin özelleştirme kısmını ise AKP ye bırakarak görevinden ayrıldı ve öylece uzaklaşıp gitti.


 Birgün o dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, Ecevit'in kafasına Anayasa kitapçığı fırlatmasıyla işler allak bullak oldu. Bunun üstüne Ecevit'in kameraların karşısına çıkıp çocuklar gibi Sezer'i halkına şikayet etmesiyle, batılılara adeta gün doğdu . Bir gecede bankalardan 7.5 milyar dolar'dan fazla nakit para çekilerek Cumhuriyet tarihinin en büyük krizine imza atmış oldular.

 Aslında bu işin bahanesiydi. Batılılar; Türkiye'yi bir krizle darma duman edip hükümeti düşürmeyi aylar öncesinden kafalarına koymuşlardı. Ecevit'in kameralar karşısında adeta ağlamasından ötürü bu iş çok daha kolay oldu.

 Dükkanlar kapandı, halk işsiz kaldı, aç kaldı, derken 2002 yılında erken seçime gidildi. Sonuç olarak ortaya  kurtarıcı olarak; 2001 yılında kurulan, Refah Partisinden ayrılan yenilikçiler olarak tanıtılan AKP ortaya sürüldü...





 Seçimde;  DYP MHP ve ANAP'ın ve eski Erbakan hükümetini arayan kitlenin oyları AKP  ye akarken DSP ve sol kesimin oyları CHP ye gitti. Böylelikle CHP tekrardan meclise girme şansı yakalarken, Mecliste yalnızca iki parti, CHP ve AKP  kaldı.

Kurulduktan 15 ay sonra AKP iktidar olmuştu. Yalnız son bir sorun vardı.

Tayyip Erdoğan "şeriat propagandası yapmaktan dolayı" seçimlere girememişti. Üstelik kesinleşmiş hapis cezasıyla birlikte siyasi yasaklıydı. Başbakanlığa Abdullah Gül getirildi ve hemen bu sorunu çözmek için kollar sıvandı.


Tayyib'i kurtarmanın tek yolu Anayasayı değiştirmekten geçiyordu. Bunun için Abdullah Gül, o dönemdeki CHP nin lideri Baykal'la masaya oturdu. Çünkü Anayasayı bugünkü gibi tek başına değiştirmeye gücü yetmiyordu AKP'nin.

  Baykall'ı CHP, Tayyib'i kurtaracak olan anayasa değişikliğine evet dedi ve Tayyib'in siyasal cezası böylelikle ortadan kalkmış oldu. Baykal'ın neden Erdoğan'a destek verdiği bugün hala bir sır. Gazeteci Zülfü Livaneli bu olaya ilişkin Erdoğan ve Baykal'ın Beylerbeyi'nde gizlice buluşup anlaştığını gösteren bir yazdı.  kaynak.

 Haberde o dönemin milletvekili Yaşar Nuri Öztürk'ün de bu olaya şahit olduğu belirtiliyor. Ardından Yaşar Nuri Öztürk de bu olayı doğruluyor ve görüşmede Erdoğan'ın Baykal'a

"Sen beni meclise taşı anayasa değişikliğinde oy ver. Biz de seni günü geldiğinde Cumhurbaşkanlığına taşıyalım" 

dediğini iddia ediyor. kaynak

Bu konu hakkında edinebildiğim belgeler bu kadar. Elimde  Baykal'ın neden Erdoğan'ı  meclise taşıdığını izah edebilecek somut bir belge yok. Fakat benim kişisel kanaatim Yaşar Nuri Öztürk'ün doğruyu söylediği yönündedir.

 Her neyse, anayasa değişikliğini Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer veto eder. Fakat aynı anayasa değişikliğinin meclisten tekrar geçmesi üzerine bu kez Sezer, değişikliği  Anayasa gereği onaylar. Evet, artık Erdoğan'ın milletvekili seçilebilmesi için yasal bir engel kalmamıştır.

Fakat sorunlar sadece bu kadar değildir. Tayyip Erdoğan  bu seçimlere katılamamıştır ve birdahaki seçimlere daha 5 yıl vardır. Yani o dönem meclise girmesi imkansızdır. Bunun içinde hemen bir tezgah hazırlandı.

 YSK bu karar sonunda Siirt seçimlerini, usulsüzlük sebebiyle iptal eder. Bu sebepten dolayı Siirt deki tüm milletvekillerinin vekillikleri düştü. Seçimler yeniden yapılacaktı.  Yapılacak yeni seçimler için AKP'nin Siirt birinci sıradan milletvekili, YSK ya seçimlere katılmayacağını bildirdi. Yasalara göre bu durumda ikinci sıradaki milletvekili adayının, o da olmazsa üçüncü sıradaki milletvekili adayının seçime girmesi gerekmekteydi. Oysa Tayyip Erdoğan yasaklı olduğundan dolayı aday bile olamamıştı. AKP yapılacak yeni seçimlere tüm yasaları ihlal ederek, doğrudan Tayyip Erdoğan'ı aday göstererdi. Ne Baykal ne CHP buna itiraz etmedi ve Tayyip Erdoğan milletvekili seçilerek meclise girmeyi "nihayet" başardı.



Ardından 58. hükümet istifası etti veTayyip Erdoğan AKP nin başına geçerek yönetimi Abdullah Gül'den devraldı. Tayyip Erdoğan başbakan, Abdullah Gül ise dışişleri bakanı olarak tıpkı CIA raporundaki gibi yerlerini aldılar.

Sonuç olarak Tayyip Erdoğan, ABD nin sayısız çalışmaları sonucu tamamen "yasa dışı" bir biçimde başbakanlık koltuğuna oturdu.


ETAP 3: ÇIRAKLIK DÖNEMİ



Tayyip Erdoğan Yahudi Locasında..




 AKP nin başa getirilmesiyle Büyük Ortadoğu Projesi'ni uygulamak için ortada hiçbir engel kalmamıştır. Bu dönemden sonra zaten uzun yıllardır faliyet içinde olan Fethullah Gülen Cemaati (kısaca FGC) ; faliyetlerini hızla arttıracak, aradan geçen yıllar boyunca ordu, emniyet ve yargı organlarına sızacaktır. Amerika; Ortadoğunun işgali için düğmeye basacak ve Irak'ı işgal edecektir.

Şimdi , anlamanız gereken şu. ABD Türkiye'yi iki önemli sebepten dolayı önemsiyor.

1- Güçlü bir ordumuz var.

2- Petrol bölgesine hakim, önemli bir coğrafyadayız.


İşte bu sebepten ötürü ABD kendisinin savaştığı her ülkeyle bizi de savaşa sokmak ve ülkemizde bir çok askeri üss açmak istemektedir.

Ünlü Amerika'lı spekülatör ve darbe finansçısı, George Soros 2003 yılında kendisinden gelişmekte olan iki ülke, Türkiye ve Arjantin'i karşılaştırılması istendiğinde, bakın ne cevap veriyor.

“Türkiye’nin Arjantin’den tek farkı stratejik pozisyonudur. Bu stratejik pozisyonuna bağlı olarak, Türkiye nin en iyi ihracat ürünü de ordudur.” 

Bir de mehmetçiğe Kore savaşında sarfedilen bir söz var, zamanın ABD Dışişleri Bakanı Dulles de aynen şu sözleri sarfediyor.

"Türk askeri çok ucuz, bize maliyeti günlük 23 cent" 



İşte bu sebeplerden ötürü batılılar her defasında bize Kore'de savaş! Afganistan'da savaş! Irak'ta savaş! Suriye'de savaş! diye ısrar etmektedirler. Onlara göre sadece kendileri adına savaşacak beleş bir ordudan ibaretiz.


Velhasıl kelam Irak savaşında Amerika bu 23 centlik askerlerden yararlanmak için, Türkiye'den Irak'ta savaşmasını istiyor ve 1 Mart tezkeresi meclisin önüne geliyor. Tayyip Erdoğan ve zamanın Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök'te bu tezkereye destek veriyor.


 Gördüğünüz üzere ne kadar amerikancı adam varsa hepsi Irak'a, yangın yerine,  mehmetçiği sokmak için yanıp tutuşmaktadır. Lakin yapılan oylama neticesinde tezkere, başta  Önder Sav olmak üzere CHP'nin baskısıyla meclisten geçemiyor. Tabi bunların içinde mehmetçiği ABD uğruna ölüme yollamak istemeyen 90 küsür AKP milletvekili de var.


Bu arada Hilmi Özkök demişken, Hilmi Özkök'ünde adının geçtiği, wikileaks belgelerini sunmakta fayda var.  Emin Çölaşan'ın yazısından... Yazının tamamına burdan ulaşabilirsiniz... kaynak


ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, 22 Mart 2003 tarihli bir gizli kriptoyu Washington'a gönderiyor. Bu sırada AKP, beş aylık iktidar. Aşağıda okuyacağınız satırlar bir ibret belgesidir. Tarafın makasladığı bölüm şöyle:

"Türk generaller AKP'den seçilen Tayyip Erdoğan'ın davranışlarından büyük rahatsızlık duyuyor. Erdoğan güçlü bir müttefikimizdir. Generallerin bu tutumu Amerikan çıkarlarının korunması açısından engelleyicidir. Orgeneral (o sırada Genelkurmay Başkanı olan) Hilmi Özkök'ün sadakatli duruşuna sahip çıkmalıyız. Muhalif orgeneraller, Hilmi Özkök'ün çizgisine itiraz etmekte.


Erdoğan kendisine desteğin (Amerikan desteğinin) devamı halinde ABD'nin bir müttefiki olarak Ortadoğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir."

Uzlaşmaya bakın siz!.. İşin ilginç yanı, bu gizli kriptoda daha sonra bazı komutanların isimleri veriliyor... Ve bir süre sonra Türkiye'de patlayacak olan Ergenekon ve Balyoz davalarının ilk işaret fişeğini ABD'nin patlatmış olduğu açıkça ortaya çıkıyor. İşte o isimler:

"Ancak (ABD olarak) Türk Ordusu'ndaki üst rütbeli subaylar tarafından sürekli engellenmek istenmekteyiz. Amerikan çıkarlarına karşı çıkan orgeneraller Aytaç Yalman, Şener Eruygur, Çetin Doğan. Hurşit Tolon, Fevzi Türkeri, Tuncer Kılıç ve Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün emir ve talimatlarına uymadıkları gibi, her an muhtıra verebilirler."



Gördüğümüz gibi Özkök'e karşı ne kadar eleman varsa hepsinin adı ergenekon ve darbe davalarıyla anılır olmuştur.  Bu davaların iç yüzünü daha sonra inceleyeceğiz.

 Tayyip Erdoğan ve Hilmi Özkök'ün tüm çabalarına rağmen 1 Mart meclisten geçmedi. Elbette bu durum ABD camiasını hayal kırıklığına uğrattı.  Bunca uğraştan sonra başa getirdikleri adam, daha dakika bir gol bir işleri eline yüzüne bulaştırmıştı.

 Bu olayın üzerine İstanbul'un göbeğinde bombalar patladı.  Türk askerinin kafasına ABD askerleri tarafından çuval geçirildi ve  TSKnın hem vatandaşın hem de uluslararası camianın gözü önünde prestiji sarsıldı.

 Tayyip Erdoğan'sa bunların üstüne “Kahraman Amerikan askerlerinin anavatana en az kayıpla dönmesini umuyor ve dua ediyoruz..."  dedi. kaynak

 1 Mart tezkeresinin meclisten geçmemesi; Türkiye'nin, AKP dönemindeki ABD ye karşı yürütülen karşılıklı politikalarda kazandığı iki üç hamleden birisidir.


Bundan sonrası hep zarar ziyan olmuştur...


Neyse, ne demiştik?  Kemal Derviş'in yarım bıraktığı bir iş vardı. Birazda bu işten bahsedelim..

Buraya Türkiye'de  son 30 yılda özelleştirilen yerlerin tamamını yazsam, sanırım bu yazıyı okumaya ömür yetmez.  Hatta bırakın son 30 yılı, sadece AKP nin yaptığı özelleştirmeleri bile yazmak, bir roman kalınlığında kitap yazmak gibi olur. O yüzden alın abi, hangi yıllarda nereler kaça satılmış tek tek inceleyin. AKP nin 2002 de göreve geldiğini ve 2002 yılından sonra özelleştirmelerin nasıl arttığına bizzat kendiniz şahit olun. kaynak

84 - 94 arasında yapılan özelleştirmelere ilgin yasa değişiklikleri ve özelleştirmeleri de buradan ulaşabilirsiniz. kaynak


Erdoğan ne var ne yok sattı. Devletin önemli kuruluşlarını ( telekom- botaş- tedaş) bile satılığa çıkarınca haliyle bu durum tepki topladı. Tepkilereyse ...



''(Efendim kar edeni de satıyorsunuz, zarar edeni de satıyorsunuz) Satacağız tabi. Kar edeni de satacağız, zarar edeni de satacağız. Neden, devlet sanayici olmaz ondan''  
- Dönemin Ekonomi Bakanı Kemal Unakıtan


 dediler.

 Çok fazla üstlerine gidince de...




dediler.

 Özetle Atatürk'ün kurduğu bu ülkeyi, yıllardan beri sata sata bitiremediler. Bugün hala özelleştirmeler sürüyor ve yabancı sermaye ülkeye son sürat akın etmeye devam ediyor.



Batılı camia, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında  AKP hükümetini güçlendirme kararı aldılar. Bunun sebebi de en başında belirttiğim gibi  gerek özelleştirmeler, gerek siyasi hamlelerle AKP nin batılıların çıkarlarına yönelik hareket ediyor oluşuydu. Böyle bir partiyi Türkiye gibi stratejik bir ülkenin başına getirmeleri zaten uzun uğraşlar sonucu gerçekleşmiş bir hadiseydi. Bu iktidarı kaybetmek demek, BOP un sekteye uğraması, yani büyük bir ekonomik kayıp demekti. İşte bu yüzden güçlenmesi gerekiyordu.

Türkiyede; hükümetleri yok edebilecek belli başlı şeyler vardır. Bunlar;

1-  Yargı ve Emniyet'in faliyetleri.

2-  Medyanın baskısı.

3- .Ordu'nun karşı duruşu.

4- Ekonomik sıkıntılar.


şeklindedir.  Batılılar AKP yi güçlendirme kapsamı içerisinde bu kaidelerin üstünü tek tek çizmeye başladılar...


ETAP 4: KALFALIK DÖNEMİ




1-YARGI VE EMNİYETİN ELE GEÇİRİLMESİ
    FETHULLAH GÜLEN CEMAATİ (FGC)

1.Madde Yargı ve Emniyet

Bir siyasi parti her an emniyet ve yargı yoluyla dava edilip iktidardan düşürülebilir. Bunu bilen dış güçler, ilk iş olarak ülkenin yargı ve emniyet organlarına sızma girişiminde bulundular.

 Fethullah Gülen Amerika'nın Pensilvanya Eyaletinde ikamet eden bir cemaat lideridir. Kurmuş olduğu cemaat sayesinde yargıya emniyete ve orduya yirmi yıldan beri müritlerini sokmuş, bir CIA görevlisidir.

 Bizzat FBI Fethullah Gülen ile ortak çalıştığını kendi resmi sitesinden duyurmuştur bile. kaynak

Fethullah Gülen'e verilmiş iki büyük görev vardır.

Birincisi, Türkiye'de ki yargı,emniyet,ordu üçgenine sızmak.

İkincisi, Ilımlı İslam'ı orta doğuya yaymak.

Birinci görevin nasıl işlediğini hemen hemen hepimiz biliriz.

 Evvela insanlar ışık evleri vasıtasıyla cemaate dahil olurlar, bu kişilere eğitim hayatları boyunca "abiler ve ablalar" tarafından bedava olarak verilen özel derslerle öğretim sağlanır. Bu özel dersler vasıtasıyla kişiler üniversite sınavında başarı gösterirler ve böylece cemaat üniversitelere adam sokmuş olur. Hatta içinde bulunduğumuz bu yıllarda cemaat; bizzat sınav sorularını çalıp müritlerine dağıtmaktadır. Son 5 yılda ardı ardına patlayan ÖSYM  KPPS ve Polis Koleji sınavları skandalları, buna delil olarak gösterilebilir. İşte böylece cemaat üniversitelere adamlarını sokmuş olur, bu süre boyunca da müritlerin gerek yurt olsun gerek burs olsun bir çok ihtiyaçları cemaat tarafından karşılanır. Kişiler mezun olduktan sonra da yine cemaat; çaldığı KPSS sorularıyla hemen hemen devletin tüm kurumlarına adamlarını yerleştirir. Daha sonraysa bu kişiler; yine aynı yolla, cemaatte ki adamlarıyla torpil yapılır ve üst kademelere yerleştirilir. İşte cemaatte çark böyle işler. Sonsuz bir torpil ve iltimas üzerine kurulu bir döngü. Din Allah Kuran diyen kişilerin milyonlarca insanın hakkını yiyerek, adamlarını kayırması hangi kitaba, hangi mezhebe, hangi İslam'a sığar?

Ah tabi, "Ilımlı İslam'a".


Ilımlı İslam ve Dinler Arası Diyalog denen kavramların özeti kısaca şu.  Hristiyanlaştırılmış bir İslam alemi.

 Yazının başlarında sizlere batılıların İslam'la mücadele edemediklerini, bu yüzden İslam'ı kontrol altına almak istediklerini söylemiştim . Çünkü adamlar ne zaman bu coğrafyayı işgal etseler, insanlar İslam çatısı altında tekrardan toplanıp, batılıları evlerine postalıyorlar. İşte bununla mücadele etmek için, bunu yok etmek için, İslam'ı komple değiştirmeyi kafalarına koymuş durumdalar.


Ilımlı İslam , tamamen Amerikalılar tarafından üretilmiş, Amerikan malı bir inanç sistemidir. İsim babası bile CIA ajanı Graham Fuller'dir. Başbakan Erdoğan ve Fetullah Gülen de bu inancı desteklerler. Ilımlı İslam insanlara "daha modern bir İslam", "İslam'ı daha modern yaşamak" adı altında tanıtılsa da, dananın bacağı öyle değildir.

Bugün İslam coğrafyasında haklı olarak batılılara karşı müthiş bir önyargı mevcuttur. İşte bu ön yargıyı kırmak için batılılar, yeni bir din olarak Ilımlı İslam'ı bölgeye yaymak için kolları sıvadılar.

Dikkat ederseniz yeni bir mezhep demiyorum. Ilımlı İslam tamamen Amerikan üretimi olan yeni bir dindir. Zira içerisinde İslam'ın şartı olan hz.muhammed'e inanmak kaidesi geçmez. Temelinde Hz.Muhammed'i ortadan kaldırıp, "bakın hepimiz aynı tanrıya inanıyoruz" diyerek , müslümanları hristiyan ve yahudilere karşı ısındırma gayesi taşır.

Neymiş? Kuran'ın yahudiler ve hristiyanlar hakkında ki sözleri sadece o zamankiler için geçerliymiş.


Neymiş Hz. Muhammed yokmuş. - 
Kaynak: F.G.'nin Hoşgörü ve Diyalog İklimi adlı kitabından.

Neymiş? Kelime-i Şehadette, "Muhammed Allah'ın rasuludur" kısmını söylemeyene merhamet etmeliymişiz.
Kaynak: “Küresel Barışa Doğru, Kozadan Kelebeğe-3” isimli "şaheserin" 131. sayfası

 Neymiş? Misyonerler özgürce çalışabilmeliymiş.

 Kaynak: Yeni Şafak Gazetesi, 6 Temmuz 2004




"Mühim olan kelime-i tevhid inancıdır. Hz.Muhammed'i kabul ve tasdik etmek ise şart olmayıp bir kemal mertebesidir." Ahmet Şahin ( Fethullah Gülen'in Sağ kolu) - 17 Nisan 2000
                                        Neymiş? Muhammed'i kabul ve tasdik şart değilmiş.

Bu oyuna gelmeyelim.


Papa 2. Jean Paul, 1999  “Birinci bin yılda Avrupa Hristiyanlaştırıldı!. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika’nın Hristiyanlaştırıldı. “Üçüncü bin yılda Asya’yı Hristiyanlaştıralım!” 


 İşte amaç bu. Asyayı ve tüm Müslüman alemini hristiyanlaştırmak. Evvela Hz. Muhammed'i aradan çıkaracaklar. Sonrasında da " bakın hepimiz aynı tanrıya inanıyoruz, bitsin bu önyargı !" diyecekler ve böylece bizi müslümanlıktan çıkarıp hıristiyanlık yoluna sokacaklar.


İşte hıristiyanlığı destekleyen bir müslüman. Fethullah Gülen. kaynak



Hepimiz aynı tanrıya inanıyoruz mesajları ve yine Hz. Muhammed yok.


Bir örnek daha..



İşte oyun bu. Ilımlı İslam ve dinler arası diyalog denen şey , Hz. Muhammed'i yok etme kampanyasıdır.  %100 Amerikan üretimidir. Bugün İslam ve Hristiyanlık arasında ki tek büyük fark peygamber inançlarıdır. Hristiyanlar Hz. İsa'ya "tanrı" der. Müslümanlarsa "Allah'ın kulu ve elçisi". Müslümanları hristiyanlıktan ayıran tek şey Hz.Muhammed'dir. Onlar da işte bu yüzden Hz. Muhammed'i söküp atma peşindedirler.

 Evvela Hz. Muhammed'i aradan çıkaracaklar, sonra da işi "bakın hepimiz aynı tanrıya inanıyoruz" demeye getirecekler. O yüzden Ilımlı İslam denen şey, hristiyanlığın ta kendisidir, dinler arası diyalog ise büyük bir misyonerlik faliyetinden başka birşey değildir.

İşte Fethullah Gülen budur. Tamamen ABD ve CIA destekli bir "din ajanı" dır. Desteklediği yozlaşmış inancı, açtığı okullar vasıtasıyla tüm Asya'ya yaymakla görevli bir misyonerdir.



Bakın CIA eski milli haber alma konseyi yardımcı başkanı, Graham Fuller'in; Fethullah Gülen hakkındaki düşünceleri nelermiş? ;



 Aklıma takılmıyor değil. Bir CIA ajanı, bir müslümanı ve Türk'ü neden destekler?

Neymiş Dinler Arası Diyalog. İki tarafın barışması.

Soruyorum sizlere?

 Bu insanlar yıllarca müslümanlıkla savaşmadı mı? Bu insanlar müslümanlara 9. tane haçlı seferi düzenlemediler mi? Haçlıların Kudüste katlettikleri müslümanların kanları dizlere kadar yükselmedi mi? Afganistan'da Irak'ta milyonlarca insanı öldüren bunlar değil mi?  Türkiye'nin işgal döneminde, camideki imamlara kurşunu bunlar sıkmadılar mı? Malta'da ki Papa heykeli, bugün hala Türk bayrağına çiğnemiyor mu?

 Şimdi gelmişler, güya müslümanlarla barışmak, diyalog kurmak istiyorlarmış. Senin amacın diyalog falan değil Papa efendi. Senin amacın misyonerlik. Avrupa'da her geçen gün ateist oranı artıyor. Sen de aklın sıra Asya'yı hristiyanlaştırıp, kiliseye gelir getirmek peşindesin. Evvela o hıristiyan askerleri Afganistan'dan, Irak'tan, Libya'dan bi çıksın. Diyaloğu sonra da kurarız.

Fethullah Efendi'ye gelince; güya o da diyalog kurup bunlara müslümanlığı tanıtacakmış.
Müslümanlığı tanıtmak sana mı düştü Fethullah Efendi? Adamına Papa nın elini öptürerek mi tanıtıyorsun müslümanlığı? Yoksa hz. muhammed'i kelime-i şahadetten çıkararak mı?

 Kısacası Ilımlı İslam, hristiyanlarca oluşturulmuş büyük bir misyonerlik faliyetidir. Yardımcısı Papa'nın elini öpen Fethullah Gülen de; hizmetine 25 milyar $ sunulmuş, bu hareketin baş aktörlerindendir.

El öpme merasimi.



2- MEDYANIN BASKISI
MEDYANIN ELE GEÇİRİLMESİ

 Medya hiç şüphesiz bir iktidarın kalıcılığında ki en önemli güçtür. Dünyada ki bütün faşist hükümetler, halkları üzerindeki baskı ve kontrolü sağlamak için ilk iş medyaya sansür uygulamışlar veya medyayı ele geçirmişlerdir. Bağımsız bir medyaya sahip bir ülke ise; her zaman iktidarın karşısında daha dik durmuş ve zulmlere karşı mücadele edebilmiştir. Çünkü adaletsizliğe karşı mücadele edecek olan insanlar, her şeyin başında "haberdar" insanlardır. İşte bu yüzden medya, AKP nin karşısında ki bir diğer güçtür. Batılılar bu gücü de yok etmek hatta bu gücü ele geçirmek için girişimlere hemen başladılar.

 Türkiye'de ki medya, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi sadece üç beş büyük patronun kontrolündedir. İşte batılılar da Türkiye'de ki medya baronlarına AKP ye destek vermeleri için çeşitli ikna yöntemlerini kullandılar elbette. Karşı çıkanlarsa çeşitli yollarla dize getirildi.


 Türk halkının kumandasının ilk 9 butonuna kaydettiği, en çok izlenen kanalları sırasıyla yazalım.

Kanal D

Show Tv

Star Tv

ATV

Samanyolu Tv

TRT 1

NTV

Fox Tv

Kanal 7

İşte bunlar Türkiye'nin en çok izlenen kanalları. Şimdi bakalım bu kanallar kime bağlı.


TRT:  TRT1 i ve diğer 15 TRT yi direk es geçiyorum zaten. Bu kanallar tamamen objektiflikten uzak bir biçimde, hangi hükümet baştaysa onun lehine habercilik yapmaktalar. Tamamen hükümetin pençsindeki bir devlet kanalı olmuş durumdalar.


Kanal 7:  Açıklamama gerek yok. Tayyip'in kanalı. Yıllar önce dış basının Erbakan yerine,  Gül ve  Erdoğan la birlikte Banu Avar'dan görüşmek için istediği üçüncü adam Fehmi Koru bu kanaldadır. Deniz Feneri mevzusuna hiç girmiyorum.

Samanyolu TV: Fethullah Gülen'e, ordan da Tayyip Erdoğan'a bağlı bir kanal.

ATV:  Akp döneminde Çalık Grubuna satıldı. Şirket'in CEO su Tayyip Erdoğan'ın damadıdır.

Fox TV:  Eski adıyla TGRT olan bu kanal AKP dönemind Rupert Murdoch'a satıldı. 
Rupert Murdoch kim? CFR nin has adamı.



NTV:  İktidar yanlısı Doğuş Yayın Grubu'na ait. Başbakanın tüm konuşmalarını eksiksiz yayınlar.

Show TV: İktidar yanlısı bir kanal.

Star TV:  Akp döneminde  Cem Uzan'dan alınarak Aydın Doğan'a satıldı. Daha sonra da Aydın Doğan'dan iktidar yanlısı Doğuş Yayın Grubu na satıldı.

Kanal D: Aydın Doğan'a ait. Aydın Doğan, ilk başlarda AKP ye muhalif bir barondu. Kanallarında ki haber bültenlerinde sürekli hükümet aleyhine haberler yayınlanırdı. Daha sonra  Aydın Doğan'a 4 Milyar TL ye yakın vergi cezası kesildi. Artık her nedense Aydın Doğanın kanalları bu olaydan sonra hükümeti destekler nitelikte haber yapmaya başladılar. Çok geçmeden de Aydın  TL Doğan'ın cezası 1.5 Milyar TL ye düşürüldü.


Vaziyet bu. Hemen hemen bütün medya baronları ya  hükümeti desteklediler. Ya da desteklemeleri için dize getirildiler.  Sadece 9 kanal diyip geçmemek lazım. Bu adamlara bağlı sayısız dergi, gazete, kanal ve yayın organı olduğu unutulmamalıdır.

AKP iktidarı bugün ki en çok izlenen kanalların, en çok okunan gazetelerin %90'ı nı yönetmektedir. Hatta vaziyet öyle kötüdür ki hükümet karşıtı gazeteler bile AKP nin ellerindedir.

AKP ne isterse, ekranlarda o yayınlanır.

AKP kimi terörist ilan ederse, ekranlar da onu terörist ilan eder.

AKP kime ambargo koyarsa, o kişi bir daha hiç bir kanala çıkamaz. Vaziyet bu.


3-ORDUNUN KARŞI DURUŞU


3. Madde , ordu.

Türkiye de her an,  bir hükümet kendisine muhalif subaylar tarafından yapılabilecek bir askeri darbeyle alaşağı edilebilir. Bunu bilen CIA. TSK da; emekli veya halen görevde ne kadar ABD karşıtı, AKP karşıtı subay ve asker varsa hepsini hapse atmak için çalışmalara başladı.


BALYOZ


"Türk generaller AKP'den seçilen Tayyip Erdoğan'ın davranışlarından büyük rahatsızlık duyuyor. Erdoğan güçlü bir müttefikimizdir. Generallerin bu tutumu Amerikan çıkarlarının korunması açısından engelleyicidir. Orgeneral (o sırada Genelkurmay Başkanı olan) Hilmi Özkök'ün sadakatli duruşuna sahip çıkmalıyız. Muhalif orgeneraller, Hilmi Özkök'ün çizgisine itiraz etmekte.


 İşte bu sebepten ötürü AKP yi daha sarsılmaz kılmak adına, BALYOZ denilen düzmece operasyon yapıldı.

Balyoz operasyonunu yapmak için gerekli olan emniyet ve yargı organlarını zaten ellerinde bulunduran batılılar, bu işi de kolayca hallettiler.

  Bu konu hakkında benim bulabildiğim en açıklayıcı ve sade bilgi kaynağı alt kısımdan izleyebileceğiniz video olmuştur. Mutlaka izleyin.


10 dk. da balyoz.




ERGENEKON

Ergenekon duruşmaları AKP nin karşısında kim varsa hepsini dize getirme politikasıdır. Yine burda da tıpkı balyoz da olduğu gibi düzmece senaryolar üzerinden, birçok yazar gazeteci aydın ve subay hapislerde çürütülmektedir. Çünkü bu insanlar AKP nin varlığı için bir tehdit oluşturmaktadır.


Ergenekon operasyonları kapsamında cemaat, yine elinde tuttuğu yargı ve emniyet ile sayısız kimseyi iftiralarla hapse atıp, ellerinin altında ki medyayla da bu iddiaları Türk halkına gerçekmiş gibi göstermişlerdir.

Ergenekon ve Balyoz operasyonları hakkında sayfalarca yazı yazılabilir. Bunun yerine yine Ergenekon'u da tıpkı balyoz gibi bir videoyla inceleyelim.

Emniyetin askere kurduğu büyük kumpas.
 Bu videoyu yayınlayan Oda tv 5 saat sonra polis tarafından basılıyor.


Görüldüğü üzere yine Emniyet; orduya kurduğu bu kumpasta da çeşitli hatalar yapmıştır.

  Sözde aylar öncesinden AKP ye saldırmak için planlar yapılıp da yerin altına gömülen silahlar, nasıl 2 günün öncesi gazetesine sarılmış olabilir?

  Komutanın dediğine göre bu silahlar nasıl iki günlük gıcır gıcır olabilir?

 O tarihten 1 hafta önce Ankara'da okullar kar tatili yüzünden tatil edilmişken, silahlar nasıl yağmur yememiş olabilir?


İşte bütün bunların cevabı o silahları oraya gömenin de, ordan çıkartıp insanları hapse atanında emniyet olduğu gerçeğidir.


Bugün halkımızın büyük bir çoğunluğu ergenekon davalarının adil olduğuna inanmaktadır. Oysa tüm plan AKP ve Amerikanın politikalarına karşı olan insanları susturmak üzerinedir. Birçok gazeteci ve aydın bu operasyonlar yüzünden suçları ispatlanmamış bir halde hapis yatmaktadır. Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal. üçbuçuk yıldır suçu ispatlanmamış bir biçimde hapiste. Bir de Soner Yalçın var tabi. Üstteki video yayınlandıktan sonra Oda Tv basılıyor. Soner Yalçın bilgisayarında ki bir word dosyası yüzünden içeri alınıyor. O word dosyasının virüslü olduğu, bilkent odtü ve birçok üniversite tarafından ispat ediliyor. Buna rağmen cemaatin savcıları, Soner Yalçın'ı mahkum etmeye devam ediyor. İnsanlarsa AKP medyası sayesinde bu yalanlara inanmaya devam ediyor.




ETAP 5: USTALIK DÖNEMİ

AKP, üçüncü kez seçilmiş ve ustalık dönemine girilmiştir. Bu arada çıraklık,kalfalık ve ustalığın masonlukta ki dereceler olduğunu da hatırlatalım.



 Masonluk demişken; biraz da Tayyip Erdoğan'ın İsrail ve yahudilerle olan ilişkilerine göz atalım.


ONE MINUTE VE MAVİ MARMARA SALDIRISI:

Biliyorsunuz Tayyip Erdoğan'ın; 30 Ocak 2009 da,  Davos'ta yapılan World Economic Forum'da, İsrail Başbakanına olan çıkışı bütün dünyada şok etkisi yarattı. Çünkü bu alışıldık birşey değildi, ilk defa bir müslüman Başbakan hatta bırakın müslümanını bir Başbakan, dünyanın gözü önünde yaşanan tüm haksızlıkları, bir İsrail Başbakan'ının yüzüne tokat gibi çarpıyordu. Tayyip Erdoğan davosu terk ettikten sonra "tepkim moderatöreydi" desede yine de tüm halkı bir coşku kaplamıştı artık..

Bu olay bütün müslüman kamuoyunda sevinçle kutlandı desek yeridir. Ne yalan söyleyeyim ben bile o an  gurur duydum Tayyip Erdoğan'la. Tayyip'in adı bu olaydan sonra "Davos Fatihi" olarak anılmaya başlandı. Yabancı ve Türk, tüm medya organları birden bu konuyu konuşur oldu. Dünya bu konuyu konuşur oldu. Arap halkları Tayyip Erdoğan'ın resimleriyle sokaklara dökülüyor, dünya Tayyip Erdoğan'ı konuşuyordu. Türk  haber bültenleri ise ortaya çıkan tüm bu tabloyu, çocuğuna Recep Tayyip Erdoğan ismini koyan arap ebeveynler, tayyibin arap ülkelerinde satılan kupaları ve hediyelik eşyaları haberleriyle daha da süslüyordu. Tayyip! Tayyip! Tayyip! Her yerde Davos Fatihi  Tayyip! Sonuç olarak çok ince gören kesim dışında çoğumuz bu duruma inanmış bulunduk.

Fakat esas sorun şu ki , hala buna inananlar var.

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz diye gerçekten güzel bir atasözümüz var.

Davos lafı bir kenarda dursun. Bakalım Tayyip'in "işleri" nelermiş?

Aradan yaklaşık 1 yıl geçer...

İsrail ambargosunda ki Gazze'ye yardım için Türkiye'den kalkan ihl konvoyu 31 Mayıs 2010 da İsrail askerleri tarafından saldırıya uğradı. Saldırıda diğer yabancı devletlerin gemisinde çatışma çıkmazken, türk gemisi mavi marmara İsrail askerlerince tarandı. 9 Türk hayatını kaybetti.  kaynak


İsrail savunma olarak; gemidekilerin silahlı bir biçimde karşı koyduklarını beyan etti. İşte bu da o silahlar.

Ekmek bıçağıyla helikopteri düşürmeye çalıştılar herhalde...



İsrailin hamleleri bununla da bitmedi. Türkiye Büyük elçisi "alçak koltuk krizi" skandalıyla yüz yüze getirildi.

İsrail Dışişleri Bakanı yardımcısı Dany Ayalon, İsrail Türk Büyük Elçisi Oğuzhan Çelikkol'u  görüşmeye çağırır. Bununla birlikte basına da haber verir. Daha sonra Büyük Elçiyi kapıda bekletip, alçak koltuğa oturtur.  Çelikkol görüşmenin muhabirler çıktıktan sonra yapılmasını isteyince, Ayalon'un ağzından aynen şu sözler dökülür.  “Bizim yüksek, onun daha alçak bir koltukta oturduğuna, masada yalnızca İsrail bayrağı bulunduğuna ve bizim gülümsemediğimize dikkatinizi çekerim”

Olay sonunda İsrail Dışişleri  “Türkiye’nin İsrail’e ahlak dersi verecek son ülke olduğu” açıkladı.


Mavi Marmara katliamı ve tüm bu rezillikler. Tayyip Erdoğan kendisinin bunların üstüne yahudi lobilerden aldığı ödülleri iade edecek mi sorulasına "hayır" diye cevap verdi.



Bu ödüllerden bahsedelim isterseniz biraz da, bu ödüller şöyle:


                             Amerikan Yahudi Komitesi AJC den 2004 te "Cesaret Ödülü" alıyor.



AJC. Bu örgütün amacı ne biliyor musunuz? "Siyoniz mi dünyaya egemen kılmak".


Siyonist çevreden bir ödül de ADL den. Beyimiz bu sefer de "cesaret madalyasına" layık görülüyor. 2004 yılı.




 Siyonist camia tarafından pek bir cesaretli görülen Erdoğan, acaba bu ödülleri neden iade etmeye "cesaret" edemedi. Burası merak konusu. Her kuruluş gibi Siyonist kuruluşların da kendilerine çıkar sağlayanlara ödül verdiğini hatırlatmama gerek yok sanırım. Her neyse biz işimize bakalım.


 Hiç düşünmeden, iki ödül aldı diye adam karalamam ben. Öyle bir insan değilim. Bu ödülleri şu yüzden önemsiyorum. Bu cesaret madalyası Erdoğan dahil 106 yılda sadece 11 kişiye verildi. Ve içlerinde yahudi olmayan tek bir isim var. Recep Tayyip Erdoğan!  Üstelik gelin görün ki iş bunlarla da bitmiyor. ADL nin başkanı Abraham Foxman - ki üstte gördüğünüz kişidir- Tayyip Erdoğan'ı "musevilerin ebedi dostu" olarak ilan etmiş. Bu da ayrı bir düşündürücü. Yani mevzu nereden tutarsak tutalım elimizde kalıyor. Önce Siyonist CFR nin has adamı Abramowitz'in Tayyib'i başa geçirmesi, ardından siyonist localardan alınan ödüller.  Ve birşey daha..


SURİYE SINIRININ İSRAİLE VERİLMESİ!

2009 yılında, kaçakçılığı önlemek adına 1954 de Suriye sınırı boyunca döşenen mayınların temizlenmesi için karar alınmıştı. (Bu kararın altında da büyük bir bit yeniği var, daha sonra bahsedeceğim.) Fakat sorun şuydu ki 3 dolara döşenen bir mayının temizlenmesi yaklaşık 1500 dolar gibi bir gidere sebep oluyordu. İşte bu yüzden AKP hükümeti dahiyane bir çözümle geldi!

Mayını İsrail temizleyecek, karşılığında da; 350 metre genişliğinde 500 km sınır hattı 50 yıllığına İsrail'e verilcekti. Tayyip Erdoğan bu akıl almaz fikre karşı çıkanları "yahudi karşıtlığı" ile itam etmesine rağmen muhalefet, halk ve medyadan gelen tepkiler sonucu bu karardan vazgeçildi.

İşte Tayyip Erdoğan'ı en iyi özetleyen mevzular bunlardır.  Ön yargılarından arınmış her birey, artık Erdoğan'ın İsrail'in çıkarlarını koruduğunu kabul etmesi gerekmektedir. Lafa gelince Tayyip Erdoğan İsrail'e esip gürlemektedir. Lakin yaptıkları da ortadadır. Bir kez daha hatırlatalım.

Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.



ARAP BAHARI


 En kısa tanımla Arap Baharı ucuz savaşın ta kendisidir.

 Ortaçağdan sonra savaşlar, özellikle de ateşli silahların icadından sonra çok daha uzun sürmeye başladı. Artık bir günde biten meydan savaşları yerini, haftalarca süren siper savaşlarına bırakmıştı. Bugün silah teknolojisinin gelişmesiyle bu savaşlar artık aylar, hatta yıllar alıyor.

 Savaşın süresi arttıkça haliyle savaş masrafı da artıyor. Bunun yanında yüksek teknolojili silahların kullanılması da  maliyeti oldukça katlanılmaz bir hale sokuyordu. Özetle eskiden bir orduya ayrılan bütçeyle, bugün sadece bir tomehawk füzesi alınabiliyor. O yüzden savaşlar oldukça pahalıdır.

 ABD ve Avrupanın durumu ortada. Dış borç ve ekonomik krizlerle yüz yüzeler. İşte bu sebepten ötürü artık bu ülkelerin bir sıcak savaş daha kaldıracak güçleri yok. Dünyanın en büyük ordularına sahip olsalar bile, aylar boyunca sürecek bir sıcak savaşın bu ülkelerde kalıcı hasarlar bırakacağı kesindir.

 Bu sebepten dolayıdır ki Batılılar artık bu işleri daha sessiz halletmeye karar verdiler. Böylece savaş hem daha ucuza gelecekti, hem de dünya kamuoyunun dikkatini çekmeyeceklerdi. Sonunda bir fikir buldular. Sovyet Rusya'da, Çekoslavakya'da, Yugoslavya'da uyguladıkları yöntemi tekrar piyasaya süreceklerdi. Hükümetleri "halk isyanı" adı altında düşürecekler ve böylece çıkan kargaşa da ülkenin tüm madenlerini ele geçireceklerdi. Bu ülkeleri tekrardan güçlenip batıya kafa tutmasın diye de parçalanacaktı. Planın adı "Arap Baharı'ydı".



Arap Baharı hakkında Ortadoğu Petrol Kapışması yazımda detaylıca bahsetmiştim. İşlerin iç yüzünü detaylıca öğrenmek isterseniz, kanıtlarıyla beraber o yazıyı da bi ara okursunuz, burda yüzeysel olarak üstünden geçeceğiz.



Arap Baharı nın en büyük silahı medyadır. Tıpkı ülkemizde ki gibi, dünya çapındaki medya baronları batılılara hizmet için ikna edilir. Dünya çapındaki diyorum, çünkü bu baronlar çay tv gibi kıytırık kanallara değil, dünya çapındaki CNN, FOX, El Cezire gibi dünya devi kanallara sahiptirler.

İkinci adımda ise ülkede ki sendikalar, öğrenci toplulukları ve çeşitli siyasi toplulukların başındakiler satın alınır.

Daha sonra bütün medya baronlarına işgal edilecek ülkenin hükümeti aleyhine haber yapmaları için emir gönderilir. Bütün dünya bu haberlerle aldatılırken, ülkede ki satın alınan topluluklar da ayaklanmalar için harekete geçirilir. Ülke halkı bu durumu görür ve içlerinden büyük bir kesimi bu topluluklara katılarak isyanı destekler.

Artık haberlerde kurşuna dizilmiş eylemciler, katledilen zavallı özgürlükçüler yer almaktadır.

Hükümet yönetimde kalmayı diretirse, isyan halindeki bu topluluklara silah dağıtılır. Böylece silahlı eylem harekete geçirilmiş olur.


Hükümet yine direnirse en sonunda Birleşmiş Milletler ve NATO devreye girer. Ülke işgal edilir.


Tüm olayların adı da barış ve demokrasi hareketi olarak insanlara yutturulur. İşte genel olarak sistem bu şekilde işler.



Bakın, bu adamlar yalan söylüyor!


Bizim medyamıza göre Beşar Esad askerleri Suriye'de terör estiriyor.
Esas terörist kimmiş, bir de Banu AVAR'dan dinleyin.



Gelelim blokların nasıl oluştuğuna. Dünya uzun bir süre Arap Baharı na sessiz kaldı. Fakat adamlar Suriye'ye kadar gelince Rusya buna tepki gösterdi.


 Rusya , George Bush'un Polonya'ya (yani Rusyanın burnunun ucuna) Füze Kalkanı dikmek istemesi yüzünden ABD ye karşı olan tutumunu tamamen değiştirdi. "Hedef tüm Asya" politikasının şifresini füze kalkanı sorunu sonunda çözen Rusya bu olaydan sonra yüzünü tamamen Doğu'ya döndü diyebiliriz.

 Fakat füze kalkanı projesine AKP nin atlaması sonucu Türkiye tamamen yapayalnız kaldı. Hem Rusya, hem de İran; Türkiye'ye karşı olan tutumlarını değiştirdiler. Hatta İran savunma bakanı, "batılılar bize saldırırsa ilk iş Malatyayı vururuz" diyerek duruşunu açıkça belirtti. kaynak


 Suriyede olaylar patlak verince, Putin gemilerini Suriye kıyılarına yolladı. Böylece Özgür Suriye Ordusuna batıdan deniz yoluyla gelecek yardımların önünü de kesmiş oldu.


 Emperyalist devletlerce desteklenen Ö.S.O. 'su, zor durumdaydı. Zira Esad'ın ordusu Doğu bloku tarafından destek görüyor, Ö.S.O., Suriye de tam hakimiyeti sağlayamıyordu. Üstelik bütün bunlara rağmen batı bloğu Suriye'ye askeri bir müdahale için gerekli ekonomik koşullara sahip değildi. Tabi bir yandan Rusya ve Çin tehlikesi de söz konusuydu. Onlarda bir çözüm buldular. Bugüne kadar besleyip büyüttükleri kişilerin vefa borcunu ödemelerinin vakti gelmişti. Tayyip Erdoğan'ı elinde tuttuklarından ötürü TSK nın Suriye'ye girmesi için düğmeye basıldı.


 Bu plana karşı çıkacak tüm komutanlar içeri tıkılmış, TSK cemaat in müritleri tarafından ele geçirilmiş ve binbir uğraşla ülkenin başbakan ve cumhurbaşkanlık koltuğuna kendi adamları oturtulmuştu. Artık herşey hazırdı. Hillary Clinton ve akabinde bir çok ABD li siyasi ve askerler Türkiye'ye ardı ardına ziyaret gerçekleşitirdiler. Masadaysa tek bir konu vardı. Suriye.




ABD defalarca Erdoğan'dan Suriye'ye TSK yı sokması için teklif götürdü. Erdoğan teklife sıcak bakmış olacak ki, o güne kadar Esad la gül gibi geçinen Erdoğan bir anda Esad'ı "terörist", "faşist" ve "zorba" ilan etmeye başladı.

 Basın ve medya, tüm siyasiler, tüm (sözde) yazarlar ve medya maymunları Suriye aleyhine laflar edip, kırk yıldır ülkeyi diktayla yöneten Esad a bir anda ateşler püskürmeye başladılar. Beşar Esad diktatör dü diktatör olmasına da AKP nin bunu "Arap Baharı" adı altında gerçekleşen işgal politikasının tam ortasında hatırlaması gerçekten de manidar oldu. Her neyse tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de medya ve basın büyük kandırmaca için ardı ardına sahte haber yapmaya başladılar. Öncelikle halk savaşa ikna edilmeliydi.

"Esad şöyle zalim!"

"Esad ın ordusu bir köyü katletti!"


Artık bu tür yalan haberleri, her kanalda, hemen hemen her gün görmek mükündü. Evet katliamlar yapılıyor, köyler bombalanıyordu. Ama bunu yapan Esad'ın ordusu muydu orası tartışılır. Akp nin hatay sığınma kampında besleyip kolladığı Ö.S.O. Suriye içinde bir çok katliamlara ve zulmlere imza atıyor basın ise bunu Esadın üstüne yıkıyordu. Bu kandırmacalar günümüzde hala sürüyor...



Ama halkımız bu oyuna gelmedi. Ülkemizde, an itibariyle bu yalan haber furyasına kendini kaptıranlar olsa da, halkın büyük bir çoğunluğu müslüman bir ülkeyle savaşmak istemiyor. Bunun yanı sıra ordunun esaslı komutanlarının bir çoğu silivride hapse mahkum edilmiş durumda. Aynı zaman da Tayyip'in Suriye'ye girmesi demek, onu kollayan üç abisini, yani Rusya, Çin ve İran'ı karşısına alması demek. Türkiyenin enerji ihtiyacının önemli bir kısmını Rusya ve İran'dan sağladığıda düşünülürse, böyle bir hareket hiç şüphesiz felaketle yüz yüze gelmekle aynı şey.


---------------------------

03.10.2012

Bugün 3 Ekim 2012, tam da yazımda Türkiye-Suriye ilişkilerinden bahsederken, an itibariyle Türkiye Suriye'ye askeri olarak karşılık verdi. Sonuçları ve çıkarımlarımı daha sonra açıklayacağım.




---------------------------


 Tam da Türkiye nin Suriye'ye girmesinin ne kadar kötü birşey olduğunu anlatacakken böyle bir olay yaşandı. Gerçekten de politika ve siyaset çok ama çok hızlı işliyor.


 Yavaş yavaş yazımın da sonuna geliyordum. Bu kısıma kadar genel olarak AKP ve batılılar arasında ki ilişkileri, AKP nin nasıl, batılılar ile işbirliği içerisinde ülkemizi büyük bir kumpasa sürüklediğinden bahsettik.
Şimdi gelelim AKP nin sonuna. Belki de Türkiye'nin sonuna.







ETAP 6: AKP'NİN SONU


Net olmak gerekirse, bugün AKP ve Tayyip Erdoğan'ın karşısında durabilecek hiç bir büyük güç kalmamış durumda. Halk içi örgütlenmelerin, sivil toplum kuruluşların ve derneklerin hemen hemen hepsi sindirilmiş durumda. Halk'ı olanlar karşısında bilinçlendirecek ve "n'oluyoruz hükümet?" dedirtecek medya organlarının hemen hemen hepsi, hükümet ve cemaat'in eli altında. Bu gidişata dur diyecek ( ki darbe asla çözüm olamaz, anlam başka taraflara kaymasın) tüm komutanlar silivride hapis hayatı yaşamaktalar. Üniversiteler , cemaatçi rektörler ve hükümetin eli altında ki YÖK vasıtasıyla doğrudan Tayyip'e bağlı.  Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri, tıpkı M.Kemal Atatürk'ün bahsettiği gibi zaptedilmiş durumdadır.



 Batılılar böyle bir gücü Tayyip Erdoğan'ın avuçlarına bizzat kendileri vermiştir. Elbette ortadoğunun göbeğinde yarattıkları Erdoğan gibi güçlü kuvvetli bir makinenin kapama düğmesini de yapmayı unutmuş olamazlar. Peki Erdoğan'ın kapama düğmesi neresi? Cevap basit. Terör.


 Türkiyenin son 10 yılına bakıldığında PKK ve terörün, her geçen yıl güç kazanmış olduğu gerçeği görülmektedir. PKK Tayyip Erdoğan'ın liderliği boyunca sürekli güçlenmiş, meclise adamlarını sokmuş, dağdan inen teröristler halaylarla konvoylarla karşılanır olup, ülkede özerklik bile taleb edebilir hale gelmiştir.


 Bu bilerek yapıldı. Bir yandan Türkiye güçlendirilirken, diğer yandan da PKK güçlendirildi. Çünkü ortadoğunun göbeğinde, petrol coğrafyasının tam ortasında, orduyu, basını, yargıyı, üniversiteleri, meclisi, sivil toplum örgütlerini ve büyük iş adamlarını hakimiyeti altında tutan bir adamı serbest bırakmak, batılılar için büyük bir tehlikeydi. O yüzden AKP ve Erdoğan'a büyük, kocaman, kırmızı bir kapama düğmesi yaptılar. PKK.

Şimdi bu PKK düğmesini birkaç örnekle açıklayalım isterseniz..


 Hillary Clinton ve birçok ABD li bakan, komutan vs. Türkiye'ye defalarca ziyarette bulundular. Masada sadece tek bir konu vardı. Suriye.

 Ne NATO nun ne de ABD nin Suriye'ye askeri olarak bir müdahale yapacak gücü yoktu. Onlarda Türkiye'yi Suriye'nin üzerine salıp, petrole konmanın derdine düştüler. Halkın savaşa hayır demesi, komutanların hepsinin hapiste olması, sarsıntıda olan ekonomik problemler ve İran-Rusya ikilisi. Bütün bunlar AKP nin Suriye'ye girmesine mani olan etkenler. Bu sebeplerden ötürü AKP Suriye'ye girmek istemedi. Her ne kadar medyayla halk; savaş için ikna edilmek istense de, bu planlar tutmadı. Planlar tutmayınca da Erdoğan Suriye işini askıya aldı.

 Fakat yine de Erdoğan bir takım şeyler için ayak diretme taraftarı değildi. Bir yandan Suriye tezkeresini askıya alarak koltuğunu sağlama alıyor, diğer yandan Ö.S.O ya destek vererek batılı dostlarıyla arasını iyi tutuyordu. Suriye'de olaylar patlak verince, ilk iş hatay da bir mülteci kampı kuruldu. Hatay da kurulan Suriyeli mültecilerin kampına büyük bir fon ayırıldı. Burada esad ın ordusuyla çarpışacak teröristler yetiştiriliyor, türkiye tarafından bu mültecilere silah,para,sağlık gibi ihtiyaçlar karşılanıyordu. Fakat batılıların emri kesindi.
Tayyip'e ısrarla Suriye'ye gireceksin deniliyordu.


 Tayyip Erdoğan Suriye ye girme işini ağırdan alınca, batılılar; göz dağı vermek için o kapatma düğmesine  hafifçe dokundular. PKK aniden eylemlerine tekrardan başladı. Türkiye; 2012 Ağustos ayı civarlarında 1 haftada 20 30 şehit verir hale geldi. PKK nın geçtiğimiz haftalarda bu kadar saldırılarını arttırması elbette ki tesadüf değildir. Bu olaylarda batılılar tarafından Tayyip'e açıkça bir mesaj verilmiştir.

  Suriye'ye gir yoksa PKK nın düğmesine basarım.

 Çok geçmeden Suriye için tezkere kararı da meclisten çıktı zaten. AKP ve MHP nin ortak desteğiyle.


 Şunu iyi idrak etmemiz gerekiyor. Bugün batılılar, kendilerine daha rahat hizmet etsin diye AKP nin önünde ki bütün engelleri kaldırmış durumdalar. Hem ordu, hem üniversiteler, hem de medya hepsi AKP nin elinde. Fakat batılı amcalar tek bir engeli kaldırmadılar ki o da terördür. Ve bu noktada batılılar eğer AKP den kurtulmak isterlerse bunu sadece ve sadece terör ile yani PKK ile yapabilirler. Özetle AKP nin sonu PKK yüzünden olacaktır.


  Suriye olayında da görüldüğü gibi AKP meclisten Suriye tezkeresini çıkarana kadar batılılar sürekli olarak PKK'yı dürttüler. Artık şehit haberleri haftada 20 30 u bulunca ve AKP nin iktidarı zarar görmeye başladı. Başbakan Erdoğan basına "terör haberlerini yapmayın!" diye baskı yapsada, yinede şehit haberleri ülke çapında büyük tepki topladı. Terör bu ülkenin hassas noktası. Dolayısıyla Erdoğan tezkereyi çıkartmak zorunda kaldı. Ne zaman tezkere çıktı, o zaman terör olayları ve şehit haberleri azalmaya başladı. Yani ne zaman AKP batılı amcaları kızdırsa, o zaman Türkiye'nin evlatları şehit düşmeye başlıyor. İşte içinde bulunduğumuz vaziyet bu yöndedir. AKP, bir zamanlar kendi elleriyle güçlendirdiği PKK ile köşeye kıstırılmış durumdadır. Ve bu durumda, sırf PKK aktif hale getirilmesin diye, AKP batılıların her dediğini yapmak zorundadır. Aksi halde PKK faliyetlerine devam edecek ve Recep Tayyip Erdoğan başbakanlık koltuğuna elveda diyecektir.


ÖNGÖRÜLERİM:

Şimdi burada son olayları ve gerçekleşebilecek ön görülerimi sizlerle paylaşacağım.

+ Önümüzde meclisten geçmiş bir Suriye tezkeresi var. Mehmetçiğin Suriye'ye girmesi bir kere PKK sorununa en ufak bir çözüm getirmeyecektir.

+ Tayyip Erdoğan olabildiğince Suriye'ye müdahale den kaçma taraftarıdır. Bunu halkı için değil kendi koltuğunu korumak için yapmaktadır.  Ben sanmıyorum ki ilk etapta TSK, Suriye'ye tam anlamıyla girsin. Ak Parti bir kaç ufak sınır ötesi operasyon ve sınırın gerisinden yapılan top atışlarıyla batının gözünü boyamaya çalışacaktır. Fakat bunlar er yada geç sonuç vermeyecektir. Batılılar TSK nın Suriye ye girmesinde kararlılar. Bu nokta da Erdoğan'ın önünde iki seçenek kalacak. Ya batıya oynayıp Suriye'ye girip Rusya ve İran'ı karşısına alacak, ya da  doğu ya oynayıp bütün batıyı karşısına alacak.  Tayyip Erdoğan şu an için her anlamda köşeye sıkışmış durumdadır. Suriye'ye girerse, biz niye amerika için savaşıyoruz diyen halk  kendisini bizzat koltuktan indirecektir. Girmez ise de pkk nın düğmesine basılacak ve yine halk artan terör olayları sonucu kendisini koltuğundan edecektir.

 Yıllar boyunca kazdığı kuyuya kendisi düşen Erdoğan için tek çözüm, hiç şüphesiz Rusya ve İran ile bozulan ilişkileri onararak yüzünü doğuya dönmesinde yatmaktadır.  Avrupa ve Amerika'dan Türkiye'ye hiçbir hayır yoktur. Hiçbir zaman da olmamıştır.

 Bütün bunlar bir kenara, batılılar tıpkı Adnan Menderes  ve Turgut Özal'a olduğu gibi,  işleri biter bitmez Tayyip Erdoğan'ın sonunu bizzat kendi elleriyle hazırlayacaktır. Bu yüzden Erdoğan ve Türkiye için tek çözüm, yüzümüzü Rusya ve İran'a dönmektir.




+ Batılılar Rusya ve Çin'i karşılarına almaktan korktukları için Suriye'ye şimdilik giremeyeceklerdir. Ortaya Türkiyeyi sürecekler ve sonra da Rusya'ya " ya işte iki ülke bölge de kapışıyor, bizim olayla alakamız yok, ama Türkiye nato üyesi mecburen ona yardım etmeliyiz" diyerek Suriye'ye "mecburen" müdahale edebilirler.

+  Suriye düşerse eğer, batı bloğuna göz dağı vermek amacıyla Rusya İran ve Çin kendi aralarında resmi bir pakt oluşturabilirler.

+  Suriye'den sonra olaylar, Suudi Arabistan'a sıçrayacaktır. Bunun için ciddi belirtiler var. Batılıların özgürlük hareketi adı altında ki yeni işgal yeri Suudi Arabistandır.


Evet. Öngörülerim bu kadar. Siyaset gerçekten de çabuk ve hızlı gelişen birşey. Ben yazıyı  bitirene kadar adamlar tezkereyi meclisten geçirdiler bile, şaşırdım gerçekten. Ama neyse dediğim gibi ben buraya sadece araştırdıkça öğrendiğim gerçekleri kusuyorum. Sizde kusun! Kahvede çay içerken,  bir kafe de muhabbet ederken, arkadaşınızla bira içerken, kusun onlara tüm bildiklerinizi.. Onlarda kussun diğerlerine.. Gün geldiğinde, bizi bu hale düşürenlerin üstüne hep beraber kusalım  tüm gerçekleri!


 Görüşmek üzere..